tag:blogger.com,1999:blog-68267707511533926122024-03-05T07:24:47.911+03:00Gürsel Koratwww.gurselkorat.comGürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.comBlogger180125tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-84385629849246318782023-11-07T02:32:00.001+03:002023-11-07T02:38:50.709+03:00Kardelen Dalokay’a Yanıtlar<p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><br /><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> <br /></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGV7kRLlgChOa-IAtzBZrJKxTVINVd8iYYWVrHT65nqOR2sJUzqXWuxkVj32BS1jHJCQ3abgdzJIQ_bpIlTRfGHGancEssRAy-u-CUCUYOfyJfs3jI7t72LEPFUhkeZB0L6MfxoKVM_oVNlE07i2lQGbkFfrN913GkBM2HlgAZy1gN3_-cr7hK4WQxefY/s4032/IMG_0561.HEIC" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" height="480" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGV7kRLlgChOa-IAtzBZrJKxTVINVd8iYYWVrHT65nqOR2sJUzqXWuxkVj32BS1jHJCQ3abgdzJIQ_bpIlTRfGHGancEssRAy-u-CUCUYOfyJfs3jI7t72LEPFUhkeZB0L6MfxoKVM_oVNlE07i2lQGbkFfrN913GkBM2HlgAZy1gN3_-cr7hK4WQxefY/w640-h480/IMG_0561.HEIC" width="640" /></a></div><b style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b style="text-align: left;"><br /></b></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b style="text-align: left;"><br /></b></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></b></div><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kristal Bahçe’de yazarı, yazınsal tutumu ve edebiyatı “Nasıl olmalı?” sorusu üzerinden değerlendiriyorsunuz. Bu soruları sorup kitabı tamamlama süreci sizin için nasıldı? Kristal Bahçe’nin yazım sürecinden biraz söz edebilir misiniz?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Bir edebi çalışma ömür gibidir. Tamamlanmadan <i>nasıldı</i> diye sormak yanlıştır. Hep ve daima <i>nasıl olacak</i> diye yola çıkarız.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Yöntembilimsel açıdan da bu böyledir. Verili olanlardan hareket ederek hep yeniyi arayıp bulmanın yolu budur.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Kristal Bahçe’nin ilk tasarımı, “dergilerde yazdığım yazıları bir araya toplamak” isteyen editörüme itiraz ederek başladı. (Yazılarımı yayınlama fikri Tanıl Bora’dan çıkmıştı, onu anmak gerek.) Ben bir yazıyı alıp aynen basmanın etkili olmayacağını, dergideki bir yazının anafikri ile örülmüş, kısa ve vurucu denemeler biçiminde yazmam gerektiğini bu sayede fark ettim. O sıralar Ulus Baker ölmemişti, Adorno’nun Minima Moralia’sı üzerine konuşur bunun hazırlıklarından heyecan duyardık. Biçimsel olarak Adorno işte o zamanlar yazdıklarıma bir biçimsel renk katmış oldu. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Bu kitabın soruları bir yazarın ömürlük sorularıdır. Entelektüel sorun, daima önümüzdedir; onu tüm yönleriyle değerlendirmek zorundayız. Böyle bir çaba içindeyken deneme üslubunu seçmek benim için kendimi ve tüm tarafları sorgulamada iyi bir seçim oldu. Böylece edebiyat tarihi açısından enteresan denebilecek bir sistemle yazılmış olan bir deneme-eleştiri kitabı çıktı ortaya: “Hiç kimseyi beğenmem” tavrını reddettim, “Niçin beğenirim”, “Niçin benden uzaktır” “Ne edebiyatın konusu değildir” gibi yöntemsel soruları önüme koydum. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Özellikle romanlarınızla tanınan bir yazar olarak Kristal Bahçe’de edebiyat eleştirisini kaleme almak sizin için nasıl bir deneyimdi?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Oscar Wilde her yazarın belli bir biçimde yazmayarak zaten bir eleştirmen olduğunu söyler. Doğrusu bu fikre katılırım: Şu ya da bu biçimde yazmayı kabul etmeyerek yazınsal bir arayış içinde olmak doğal bir eleştiri içerir. Sadece yazmak, yazarlığın göstergesi değildir. Yazı yazmanın yeni biçimleri üzerinde düşünen herkes daima başka kişilerden ayrı düşmüş ve tartışmıştır. Benim tartışmaya dahil oluşum Edebiyat Dostları’na kadar gider. Orada “Edebi kaynağın Halk Edebiyatı olmadığını” öne sürmüş ve Gülten Akın’la bir polemiğe girmiştim. Birçok yazar hakkında <i>öyle değil de böyle</i> diyen itirazlar da yayımlamıştım. Şüphesiz böyle şeylerin okur gözünde yazar kadar anlamı yoktur. O sadece okuduğuna bakar ve belki de her yazarda aynı şeyi görür. Flaubert bir arkadaşına yazdığı mektupta “Şu, şu yeniliği yaptım, şöyle bir şey benimle başladı” gibi heyecanlı notlar yazmıştı ama okurun bundan haberdinin olması olanaksızdı. Yani yazı tekniğine dair şeyleri genel okur bilmez. Biraz da okura bunu gösterebilmek için çabaladım; çünkü yazarlar zaman zaman önemli fakat gerçekte önemi anlaşılmayan şeyler üretiyorlar. Örneğin Garip Şiiri deyip geçiyoruz, oysa o güne kadar öyle bir şiirin olmadığını bir düşünsek önemini anlarız. İkinci Yeni ile romanın aldığı boyutu değerlendirir, Nazım’ın nasıl bir biçim ve dil devrimi yanattığını görürüz. İşte ben o yüzden, okur isterse ilgilenmesin, kendi duruşum hakkındaki iddiamı otaya koymak için bu kitabı yazdığımı anlıyorum.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kristal Bahçe’nin genişletilmiş yeni basımında okuyucularınızı hangi yeni bölümler bekliyor? Bu bölümleri eklemeye nasıl karar verdiniz?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Kristal Bahçe 2003 yılında tamamlandığı zaman ben genç yazardım. Yedinci kitabıma ulaşmıştım: Üç roman, bir öykü, iki incelemenin üstüne bunu yazıyordum. O nedenle “Neredeyim?” sorusunun yanıtını verir gibiydim. Kristal Bahçe’de (Dokunursan her şeyin kırılabileceği bu narin alanda) tutturduğum yolun nasıl oluştuğunu, hangi unsurları taşıdığını anlattım. Bu nedenle o kitap “kendi halimin genel duruş içindeki yerinin” anlatımıydı. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Fakat zaman geçtikçe öykü kitabım ve romanlarım çoğaldı, oyunlarım, senaryolarım, çocuk kitaplarım, senaryolarım oldu. Denemelerim çeşitlendi. Ben Kristal Bahçe’yi genişletirken daha çok nelerden koptuğumu açık ve anlaşılır biçimde gösterdim. Yani ilk yazdığım zaman karşı çıkma ve tanımlama içindeydim. Eklediğim bölümlerle reddettiğim şeyleri de işaret etmeye başladım.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kitabın genelinde yazarın konumunu ve yazını değerlendirdiğiniz bakış açısından düşündüğünüzde Kristal Bahçe’yi edebiyat dünyasında nasıl bir yere ve öneme sahip görüyorsunuz? Kendi gözünüzden değerlendirmenizi duymak isteriz.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span style="font-size: 12pt;">Böyle bir şeyi yazarın söylemesi hoş olmaz. Bir yazar yalnızca kendi durumunu göstermek ve karşı çıktığı şeyleri işaret etmekle doğru davranmış olur. Genel resim içindeki kendi yerini söylemek ise bir edebiyatçıya yaraşmaz. Kestirme bir yanıt vereyim, tüm zamanların en güzel yanıtını Orhan Veli vermiştir: “Onu da edebiyat tarihçisi düşünsün.”</span><span style="font-family: -webkit-standard;"></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span style="font-size: 12pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span style="color: red;">Varlık Dergisi <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span style="color: red;">Şubat 2023</span><o:p></o:p></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-28935957098052992782023-10-24T10:47:00.002+03:002023-10-24T10:52:32.179+03:00Türkiye’de Romanın Yüz Yılı<p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p> </o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><span><br /><div class="separator" style="clear: both; font-size: small; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjHzWu8pXb8g5XlbkpHhNyy2OZBWCYjje2zJ9F-47_UC0sl05kR961FheTN_9aOMG4Ru4YvOAcq2tJwtLRovVKzWSDr0tsnfelrdsKOFRRK-kBsxMn_745Aqnl82P4R5a5rtscHQwBgLtVRDQUq-dW9KTfu7rtkhB_A2ETx8RGk8filb4mFhmsQL98Sanc" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="2016" data-original-width="3584" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjHzWu8pXb8g5XlbkpHhNyy2OZBWCYjje2zJ9F-47_UC0sl05kR961FheTN_9aOMG4Ru4YvOAcq2tJwtLRovVKzWSDr0tsnfelrdsKOFRRK-kBsxMn_745Aqnl82P4R5a5rtscHQwBgLtVRDQUq-dW9KTfu7rtkhB_A2ETx8RGk8filb4mFhmsQL98Sanc=w640-h360" width="640" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="text-align: left;">Balzac'ın evinde. (Paris Passy, 2014)</span></div></span><br /><p></p><br /><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Romancılık kentlerin ve sanayi devriminin ürünüdür. Uzun süre sözlü kültür dairesinde bekleyen ve sanayi devrimi yaşamayan ülkemizde roman sonradan öğrenilmiş bir yazılı kültür öğesidir: En az iki insanın hikayesini birlikte anlatmaya dayanır, olay örgüsü gerektirir ve kuruluş itibarıyla karmaşıktır. Genel olarak bir kişinin hikayesini anlatmaya dayanan, olay örgüsünden çok olay dizilişini gerektiren sözel kültür hikayeciliği nedeniyle ülkemizde modern romancılığın gerçekte 1900 yılında Aşk-ı Memnu ile doğduğunu söylemek yanlış değildir; şüphesiz 1850’de Vartan Paşa ile başlayan roman yazma sürecinin bir olgunluğa evrildiği ama ancak Stendhal ve Balzac’tan yaklaşık yetmiş yıl sonra Türkçeyle roman yazıldığı söylenebilir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Zaten yol boyunca yaşanan maceralara dayanan pikaresk romanları saymazsak, modern roman iki yüz yaşındadır, bu durum ülkemizdeki romancılığın, hemen hemen <i>tüm klasikler yazıldıktan sonra doğduğu </i>anlamına gelmektedir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Bu gecikme yalnız ekonominin gelişmesiyle değil, toplumsal özgürlüklerle de ilgilidir, Türkiye’de romancılık dikkatle bakılırsa ulusal devletin gelişimine paralel olarak ve hatta onu temsilen doğmuştur. Kralsız kraliçesiz, meclise ve yasalara dayalı bir özgür ülkeyi dünyada ilk kez kuran ülkelerden biri olan ülkemizde romancılığın -geç gelişse de- böyle “tabandan gelen” esaslı bir mantığa dayanması çok anlamlıdır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Kurucu Edebiyat<o:p></o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1908’de İttihatçıların iktidara gelmesinden sonra romanda anlaşılırlık ve açıklığın öne çıktığını, bu dönemin yazarlarının ise Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu olduğunu görmekteyiz. Onların çağını “kurucu dönem” olarak adlandırmakta yarar vardır, çünkü belirgin bir biçimde İstanbul Türkçesini odağa yerleştirmişlerdir ve yalnız seçtikleri dille değil, bazı stereotip karakterlerle de <i>kurucu nitelik</i>taşımaktadırlar. Onların edebiyatında cumhuriyetin getirdiği yenilikler, kaygılar ve temel anlatı konuları vardır. Başka bir ifadeyle, kurucu dönemde romanların bazıları iktidar kanonuyla ele alınmış (Yeşil Gece, Ankara, Sodom ve Gomorra) niteliği belirsiz yapıtlar yazılabilmiş (Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Sinekli Bakkal, Şıpsevdi) veya özgün ve yaratıcı nitelikler taşıyan yapıtlar da ortaya konmuştur. (Yaban, Ateş Gecesi, Yaprak Dökümü,…)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Kurucu edebiyat aydınlanmacıdır, dili sadeleştirmeyi, uluslaşmayı ve halka ulaşmayı hedeflemiştir, Osmanlı’yı eleştirir. Cumhuriyetin kazanımları esastır ve dinciliğin karşısındadır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">“Müesses Nizamın” İlk Hareketleri<o:p></o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1930’lu yıllardan itibaren Sovyetler’in yükselişi Türkiye’yi olumlu ve olumsuz anlamda çok etkiledi. Sol düşmanı ve ırkçı eğilimlerle sınıf siyaseti arasındaki çekişme görünür bir haldeydi. Kurucu edebiyat merkeze yerleşmiş, bunun dışında iki kamp oluşmuştu. Bu dönemde özellikle solun morali yüksekti, işçilerin ve yoksulların kendi iktidarını kurabileceğine ilişkin öngörü yeni yeni biçimleniyordu. Fakat belki de bu nedenle sol siyasetle edebiyatın birbirine karıştığı, birinin ötekinin yerini aldığı görülebiliyordu. Bu durum Türkiye’de Alman nazizminin etkisinin artmasına ve gerçekçiliğin “servet düşmanlığı” olarak görülmesine yol açtı. Edebiyat var olanı reddetti, ülkemizde sınıf savaşı olmadığı tezini savunanlar öne çıktı. Böylece bir yanda Peyami Safa’nın öbür yanda da Nazım Hikmet’in yer aldığı çatışma görünür hale geldi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1930’lu yıllarda tüm dünyada büyük bir sempatiyle sola yönelen, savaş karşıtı, sömürüye düşman, üretim araçlarında kollektif mülkiyeti savunan solcuların karşısına matbaa basan, insanların kafatasını ölçerek bağlı olduğu kaynağı bulmaya çalışan kişiler çıktı; sol, bütün dünyada sağcılığın karşısında entelektüel planda çok parlak bir konumdaydı. Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de solcuların elimine edilme tarihi başlamış oldu. 1937’deki Donanma Davası sonucunda Nazım Hikmet’le birlikte Türkiye’nin çok kıymetli yazarlarının hapse atılması bu acı başlangıcın ilk adımıydı. O yıllarda Aziz Nesin, Kemal Tahir, Rifat Ilgaz ve Sabahattin Ali’nin yanısıra üniversitelerden çok sayıda parlak çalışmalar yapan akademisyenler uzaklaştırılmaya başlanmıştı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Entelektüel Aura<o:p></o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Peyami Safa Türkiye’nin Geç-Osmanlı’dan devir aldığı “az gelişmişlik kompleksi”ni ödünlemek niyetiyle “manevi niteliklerimizin yüksek olduğu” görüşünü öne çıkardı. Hemen hemen her romanında doğu-batı sorununu işlemekle kalmayıp Türkiye’de romanın bu konuya uzun süre hapsolmasına neden oldu. <i>Simeranya</i> gibi akıldışı toplumsal önerilerle ortaya çıktı ve üstelik romancılık yönünden herhangi bir parlak nitelik taşımayan kitapları her koldan desteklendi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Oysa düşmanca saldırılara uğrayan ve sonunda katledilen Sabahattin Ali, roman yazmanın dayandığı asli unsurun “insanı gözlemek” olduğunu biliyordu. Kürk mantolu Madonna’nın edebiyat tarihindeki önemi büyüktür. Her türlü sansür ve baskıya rağmen değişik bir sestir bu: Karakterin içsel derinliği ile yetersizliği arasında bir dönem dikkati ediniriz ve sonunda iç acıtan Türkiye gerçekliğine ayak basarız. Doğrusu Sabahattin Ali’nin öykücülüğünü romancılığından daha çok beğenen biri olarak Kuyucaklı Yusuf’la pek aram yoktur ama yine de adil olmak için şunu söylemem gerekir: Sabahattin Ali cinayete kurban gitmeseydi, romancı olarak dönüşümler yaratabilecek gerçekçi bir yazar kumaşı taşıyordu. Bunu şundan çıkarıyorum: Nabokov, Edebiyat Dersleri’nde bir romancının “gözlerinin iyi” olması gerektiğini söyler; sanırım Türkiye’de bu konuda parmakla gösterilecek yazarlardan biri Sabahattin Ali’dir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Korkarım ki yazarları katlederek hem siyasetin ve hem de edebiyatın önünü kesmek fikri Nazım’dan sonra Sabahattin Ali ile “otomatiğe bağlanmış”tır. Türkiye’de bu tarihten sonra <i>yazarın siyaseten katl tarihinin</i> yolu açılmıştır. Sabahattin Ali’den onu öldürerek kurtulan siyasal iktidar, öldüremediği solculardan da hapis, işkence ve sürgün yoluyla kurtulmak istemiştir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Nitekim Kırk Kuşağı’nın ve Köy Enstitülü yazarların başına gelen budur. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu ve Dursun Akçam gibi yazarların öncülüğünde toplumsal gerçekçiliği bir aşırılık olarak yorumlayan siyasal erk, “komünist sapkınlığın” nedeni saydığı <i>tarihin en güzel eğitim atılımlarından birini,</i> Köy Enstitüleri’ni salt <i>solcular kitap yazıyor</i> diye mahvetmiştir. Yazarlık bakımından birçok sorunu olan ve aslında sanıldığı gibi sosyalist tezlere yakın durmaktan çok kalkınmacı söylemden öte bir dil geliştiremeyen bu akımı kötülemek, o dönemin en şehvet dolu eleştirilerinin başında geliyordu. İnsanlar “servet düşmanı” olarak damgalanıyor, Sait Faik’in “medar-ı maişet” kavramında bile komünizm görülüyordu. Doğrusu Köy Enstitüleri çok parlak yazarlar üretemese de açtığı çığır biricikti; bu gidişin önünü açan politikalar gerekiyordu. Çünkü hem çobanlık eden hem de <i>Medea</i> oynamak için hazırlanan köy çocuklarından olağanüstü büyük bir düşünsel devrim doğmak üzereydi. Bütün olumsuzluklara rağmen köy enstitüleri on yılda ülkemize çağ atlattı. Karma eğitimin güzelliğini ve başarısını en çok ona borçluyuz. Eğitim yoluyla insanların kurtulacağına dair bilinç köy enstitülerinden ötürü tabana yayıldı. Fakat acılar içinde, tüm yazdıklarını saklamak ve kaçırmak zorunda kalan solcuların hayatlarını içinde barındırarak. Yaşar Kemal’in evindeki aramada bir romanı ele geçiren ve yok edenler İnce Memed’e savaş açmıştı ama öbür tarafta <i>Bozkurtların Dirilişi</i>’nin yahut <i>Minyeli Abdullah</i>’ın sırtları sıvazlanıyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><o:p> </o:p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Entelektüel Verim<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Yüz yıllık tarihimiz içinde romanımızın biçimlenmesinde, bir epope olsa da, <i>Memleketimden İnsan Manzaraları</i>’nın etkisini anmadan geçemeyiz. Nazım Hikmet bu yapıtında yazar olarak estetik konumunu bir hayli anonimleştirmiş ve söyleyiş derinliğiyle Rus edebiyatına yaklaşmıştır. Özellikle <i>Yevgeni Onegin</i>’e nazire olarak yazdığı bu yapıtta Nazım Hikmet’in tutumu özgündür: İşçi sınıfına ve halka yönelenlerin davranışını belirleyen iki niteliği birden barındırır. Bu nitelikler gerçekçilik ve Puşkin gibi, dili adeta damıtan edebi seçimdir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Unutulmamalı ki Nazım’la aynı dönemde varlık bulan ve 1930’larda doğan <i>Garip </i>Akımı, Oktay Rifat’la Melih Cevdet’in yalnızca şair değil romancı olarak da ayrıştığı derin bir entellektüel sahadır. <i>Raziye</i> ile edebiyatımızın parlak romanlarından birini yazan Melih Cevdet, yeni diliyle edebiyatımıza bir bomba gibi düşen <i>Birinci Yeni</i>’nin uzantısı olarak yeni romanı da öncelemiş görünmektedir. Üstelik Nazım’ın <i>dilsel yenil</i>ik aurasından uzaklarda değildir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Nazım’ın hapse atıldığı yıllarda Nazizm ülkemizde gizli bir özne olarak çok iş görüyor ve bir çok kişinin benliğinde yer ediyordu. Bu yetmezmiş gibi Sovyetler’in ikinci dünya savaşı sonrasında Doğu Avrupa’yı işgal etmesi, dünyayı kana bulayan ırkçılığa karşı solun doğal olarak sahip olduğu haklılığı yok etti. Mehmet Ali Aybar ve sol entelektüeller 1934 Sovyet Yazarlar Birliği’nin yolundan ayrıldı: Avrupa, Frankfurt Okulu’nun yolunda ilerlerken, buna koşut olarak bizim ülkemizde de <i>ikinci yeni</i> kendini ortaya koymaktaydı. Ionescu’nun başını çektiği absürd, Camus ile yürüyen Hiçcilik ve bir nebze “serinlik” içeren Varoluşçuluk bu çağın gözdeleri olarak ortaya çıktı ve bu coğrafyada Vüsat O. Bener, Leyla Erbil, Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu olarak karşılık buldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Nazım’ın bir söyleyiş üstünlüğüne ulaştırdığı Türkçe, Garip’le birlikte tümüyle <i>yeni </i>idi; ikinci yeni ile <i>benzersiz</i> oldu. Türkçeye olağanüstü olanaklar kazandıran bu girişimler <i>uydurukçuluk </i>gerekçesiyle reddedilse de çok kalıcı ve inanılmaz etkiler taşıyordu. Toplumun dilini kuranların yazarlar olduğunu bundan daha iyi hiçbir şey gösteremez. Bunun karşısında yer alan doğucu, tutucu, aşağılık kompleksiyle dolu ve “medeniyet” tezleri öne süren romancılığın ne yaptığı ise ortada duruyor: Her türlü şiddet ve saldırganlığı onaylayan, eril tahakkümü dayatan ve düşünmekten kaçınan bir içerikten ibaret olarak, muktedirlerin desteğine rağmen yalnızca kendi kendine propaganda yapan, ergen bir kibir odağı olarak yerinde sayıyor. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1950’lerden ta günümüze, bütün bunlara rağmen ne oldu? Saldırganlığıyla övünenler, onların dibek dövücüleri ve kibirli akademisyenler unutuldu ama Yaşar Kemal, Suat Derviş ve Nezihe Meriç’in açtığı yol büyüdü, derinleşti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">İkinci Yeni çağında yaşanan siyasal baskılardan ötürü halk gibi yaşayan, halk katmanlarında dolaşan, dilini oradan emanet almış, yeni bir biçim deneyen roman yazarları iyiden iyiye görünür hale geldi. Resim, öykü ve şiirde de yaşanan bu durum benzersizdir: Orhan Kemal, Sevim Burak, Leyla Erbil, Kemal Tahir, Necati Cumalı, Ayla Kutlu ve Attila İlhan bu entelektüel çığırdan türedi: Oradan Pınar Kür, Sevgi Soysal, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay ve Füruzan gibi yazarlar fışkırdı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Halbuki aynı dönemde sağcılıkla edebiyatı yan yana yürütenlerin örtülü ödeneklerle beslendiği artık bir sır değil. O çağda, solcuların hayal bile edemeyeceği paralar el altında dönüyor, Peyami Safa’nın sol düşmanı tezleri, Necip Fazıl’ın “İdeoloçya Örgüsü” ve “Başyücelik” adını verdiği fikirler dolaşıma sokuluyordu. Fakat ne yapılırsa yapılsın, romanın <i>ideoloçya övgüsünden</i> yahut <i>Simeranya</i>’dan çok, insanla ilgili bir tasarım olduğu düşüncesi anlaşılmıştı. Edebiyat başka bir dille ve yeni bir içerikle kuruluyordu; bu nedenle eski dille ve içerikle yazan herkesi geldiği yere yolladı. Bunlar arasında eski dille yazmadaki gayreti yüzünden öne çıkamayan Abdülhak Şinasi Hisar yer almaz. Zaman bu değerli yazarın hakkını yavaş yavaş teslim etmektedir. Benzer bir yargı, Nahid Sırrı Örik için de geçerlidir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Nitelik ve Nicelik<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1970’li yıllara gelindiğinde sol kitleselleşmiş ve <i>entelektüel açıdan</i> bir çözülme eğilimi taşımaya başlamıştı. İdeoloji ile felsefeyi birbirine karıştıran, bilimsel düşünceyi <i>ezber etmeye çalışan</i> bu yeni yığınsal kültür, <i>lidere tapınmacılığı</i> sol kültüre sokan ataerkil yapılardan gücünü aldı. Solun yenilikçi karakteri, sokak çatışmalarından ötürü tutuculuğa ve nefret söylemine kaymış, hem inanılmaz ölçüde yeni hem de yanında durulamayacak kadar geri sol görüşler bir arada yaşamaya başlamıştı. Sanat görüşü çoğu insan için politikanın aparatı olan metinler yaratmaktan öte ibaretti. Jdanov ve Mao’nun edebiyat tezleri revaçtaydı. Sosyalist gerçekçilik denince metinde sosyalist olmayı zorunlu olarak gören bir mantık esastı. Bunu toplumcu olmak, edebiyatı toplumun aynası olarak görmek biçiminde okuyanlar da vardı şüphesiz; fakat Hegelyan tezlerle Stalin’i destekleyen, toplumsal gelişme ile <i>karakterin yaratılmasını</i> başat gören Lukacs’ın görüşleri nedeniyle, sorunu edebiyatın içinden tartışmak mümkün olmadı. Edebiyatın üzerinde siyasetin ve felsefenin gölgesi hep durdu. Türkiye’de okur daha çok ulusal savaşların anlatıldığı, zevk çözülüşünü işaret eden bir seçimle başbaşa kaldı. Sayısal olarak çoğaldıkça, beğeni bakımından kaybeden kitleler ortaya çıktı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Buna karşılık, tüm dünyada sol, iktidarı yitiriyordu. Doğruya doğru: Çin dünyanın tanıdığı en vahşi kapitalist ülkelerden biriydi artık, Kuzey Kore, Laos ve Kamboçya utanç verici bir sol deneyim yaşamış, Ortadoğu ve Afrika’daki sol hareketler umutsuz girişimler olarak terk edilmişti. Latin Amerika entelektüel açıdan bir temsil yeterliliği kazanamamıştı. Bu durum, edebiyat değerlendirmesi yapılırken neden Avrupa merkezli bir yerde durmak gerektiğini açıklar: Lukacs kaybetmiş, Brecht ve Frankfurt Okulu’nun izinden gidenlerse yeni bir entelektüel zemin yaratmışlardır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Objektif Durum<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">1980’den sonra Türkiye metropolleşti; hayatlar iç içe geçti, şortlu bir genç kızla fanatik islamcı metroda karşılaşmaya başladı. Bu durum her şeyin normalize olmasını sağlayabilirdi ama tam tersine çelişkileri arttırdı ve hayatları birbirinden kopardı. Edebiyatı propagandadan ibaret sayan görüşlerin hepsi, ötekileştirici metinlere sığınarak tebliğ alanına çekildi ve edebiyatı terk etti. Oysa 1980’den beri edebiyat sürekli yenileniyor: Ülkemizde korku romanından polisiyeye, fantastik edebiyattan tarih romanına kadar her şey yeni. Oysa geleneksel yapılar eskiyi tamamen eski yöntemlerle yineliyor: Aynı eril söylem ve zorbalığa övgü: Bunun adı roman oluyor. Öyle anlaşılıyor ki geleneksel yapılar için edebiyat yok artık. Egemen ideoloji, şehirlerdeki hayatın estetik dolayımından kavranmasını engellemeye başladı. <i>Düşünürse dinden çıkacağını</i>, aklından geçirirse eşcinsel olacağını ya da “deşelerse” kanıbozuk bir fitnenin parçasına dönüşeceğin<span style="background-color: cyan; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;">i</span> sananlar için sanat gönül rahatlığıyla içinde dolaşılacak bir alan değil. Bu durum romandaki gelişimin bir eski-yeni buluşması biçiminde yaşanmadığını gösteriyor. Günlük yaşamımız, yeni romanın, eskiyle asla bağdaşmayacağını gösteren ip uçlarıyla doludur.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">Kehanet<span style="font-size: 11pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">2023 yılındayız. Dünyanın büyük ekonomilerinden biri iken sürekli gerileyen, yoksulluğa itilen bir diyarda yaşıyoruz. Aslında bilimsel gelişme ve verimlilik için gereken çok şeye sahibiz ama okullarda bilim safdışı oldu. Edebiyat derslerinde 1940 yılını aşmamış, insanın öğrenmekten nefret ettiği, ezbere dayanan bir bilgi yığını var. Yazarlar eğitim yoluyla halka ulaşamıyor. Ne var ki, popüler kültür kitapları çok satıyor, edebi zevk iyice düştü. Çünkü eğitim yoluyla dilden gelen mutluluğu yayma olanağı kalmadı. Eğitimsiz göçmenler, yoksulluğu ve işsizliği katlayarak büyütüyor: Bu durum, toplumun yüzde onbeşinin tamamen yabancılardan oluştuğunu ve bu sayının doğumlar sonucu artacağını fısıldıyor. Mülteciler yokken bile örgün eğitimle halka ulaşamayan edebiyat, adım adım dilimizden habersiz yığınların ötesine düşüyor. Bu durum demografik bakımdan <i>edebiyatın ortasından yarılması</i> demektir. Bilgisizlikten oluşan bir sıradanlık, parlak romancılığımızı yok etmeye doğru hızla ilerlemektedir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;">Cumhuriyetin yüzüncü yılında maalesef olanlar bunlardan ibarettir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="font-size: 11pt;"><i><span style="color: red;">gazeteduvar.com</span></i></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-19497395201201472552023-08-19T06:58:00.005+03:002023-08-19T07:15:29.644+03:00İnşaat Rejimi Enkaz Altında<p align="center" class="MsoNormalCxSpFirst" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 22pt;"><o:p> </o:p></span></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRtnU03uBa0IyBZesR2oM8El9wQU_s9x1-nMV0MiESWr2qjZzQMIGG8k7IoRwaRCPpTd2V9Nuw__AhcfN7OJYtT1P11jeqH5FVkZye1IUoY2Wd5pbBTyCEmXdiysA1LjN1dkXMRyQkio8MBFcxlkK5EZW0QgYk2A0tujTAIoQNtR-0v4tOPhoBYoI4w68/s4032/IMG_5415.HEIC" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" height="480" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRtnU03uBa0IyBZesR2oM8El9wQU_s9x1-nMV0MiESWr2qjZzQMIGG8k7IoRwaRCPpTd2V9Nuw__AhcfN7OJYtT1P11jeqH5FVkZye1IUoY2Wd5pbBTyCEmXdiysA1LjN1dkXMRyQkio8MBFcxlkK5EZW0QgYk2A0tujTAIoQNtR-0v4tOPhoBYoI4w68/w640-h480/IMG_5415.HEIC" width="640" /></a></div><p></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="color: red; font-family: "Times New Roman"; font-size: x-small;"><o:p>Sinasos'ta Ayios Vasileos Kilisesi'nin ve "koruma altındaki" çevrenin 2022'deki durumu</o:p></span></b></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><br /></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman";"><span style="font-size: medium;">Röportaj:</span></span></i></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman";"><span style="font-size: medium;">Kerim Can Kara & Ulaş Bager Aldemir</span><span style="font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span></span></i></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></i></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt;"><o:p> </o:p></span></b></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt;">GÜRSEL KORAT<b style="font-weight: normal;"><o:p></o:p></b></span></p><p align="center" class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt;"><o:p><br /> </o:p></span></b></p><style class="WebKit-mso-list-quirks-style">
<!--
/* Style Definitions */
p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal
{mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:0cm;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraph, li.MsoListParagraph, div.MsoListParagraph
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:36.0pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpFirst, li.MsoListParagraphCxSpFirst, div.MsoListParagraphCxSpFirst
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpMiddle, li.MsoListParagraphCxSpMiddle, div.MsoListParagraphCxSpMiddle
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpLast, li.MsoListParagraphCxSpLast, div.MsoListParagraphCxSpLast
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:36.0pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
.MsoChpDefault
{mso-style-type:export-only;
mso-default-props:yes;
font-size:11.0pt;
mso-ansi-font-size:11.0pt;
mso-bidi-font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
.MsoPapDefault
{mso-style-type:export-only;
margin-bottom:10.0pt;
line-height:115%;}
@page WordSection1
{size:612.0pt 792.0pt;
margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt;
mso-header-margin:36.0pt;
mso-footer-margin:36.0pt;
mso-paper-source:0;}
div.WordSection1
{page:WordSection1;}
/* List Definitions */
@list l0
{mso-list-id:1329362418;
mso-list-type:hybrid;
mso-list-template-ids:757111590 -1987004018 67698713 67698715 67698703 67698713 67698715 67698703 67698713 67698715;}
@list l0:level1
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
margin-left:37.0pt;
text-indent:-19.0pt;}
@list l0:level2
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level3
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level4
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level5
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level6
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level7
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level8
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level9
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
-->
</style><p class="MsoListParagraph" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; margin-left: 37pt; text-align: justify; text-indent: -19pt;"><!--[if !supportLists]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">1.<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Funda Şenol Cantek’in 2006 yılında editörlüğünü yaptığı <i>Sanki Viran Ankara</i>’da yayımlanan ve bu söyleşinin adına da ilham veren, “Bir Toplu Konut: Ankara” başlıklı yazınızda şöyle demiştiniz: “Ankara, her ne kadar birlik, hilal, sancak gibi sözlerle askerî düzeni kutsasa da, şehirlilik bilinci ve ahlâkından yoksun olanların yarattığı bir rant cehennemidir. Burası tüm şehirlerimiz gibi <i>inşaat partisi</i> tarafından yönetilir ve programında öncelikle din, millet, bayrak gibi sloganlar yer alır. Bu sloganlar her türlü yolsuzluk iddiasının panzehiridir; bütün eleştiriler vatan hainliği suçlamasıyla kolayca püskürtülür.” <i>İnşaat Partisi</i> derken tam olarak nasıl bir örgütlenmeyi kast ediyorsunuz? Ayrıca <i>İnşaat Partisi</i> olarak adlandırdığınız örgütlenme, dünden bugüne nasıl bir dönüşüm geçirdi, 6 Şubat depremleriyle nasıl bir ilişki içinde ve AKP bu süreçte neyi temsil ediyor?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Antik Yunan çağında savaşlardan sonra ölüleri toplar, hepsini saygıyla dizer ve bir toplu mezara gömerlerdi. Tanrılara yakarılarla biten bu törenin sonunda bir tümülüs oluşur ve herkes oranın önem verilen, saygıdeğer ölülere ait olduğunu bilirdi. Şimdi ise evler bir depremde höyüğe dönüşüyor, insanlar diri diri toplu mezarlara gömülüyor, saygısızca hakaretlere uğruyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Depremden sonra çöken apartmanları, enkazı, kurtarılamayan ölüleri, hiçbir saygı gösterilmeden ölüme terk edilenleri, yardım ulaşmayanları, çaresizliği söylemeyi bile yasaklayanları, yardım kuruluşlarını şirket haline getirenleri, daha depremin üçüncü gününde yurttaşlara acilen konutlar yapılacağını söyleyip yine İnşaat Partisi’ni harekete geçirenleri unutamayız. Böyle bir şey ölüm üzerinden ticareti akla getirir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">İnşaat Partisi kanımca tek bir siyasal parti değildir; her partide “uyuyan hücreleri” bulunan, iktidar değişse bile hep rant elde edebilen özel bir türdür ve dünya mimari literatürüne “canlı canlı insan gömülen tümülüsleri yapanlar” olarak girmiştir. Bilim ışığında yürütülen mimari çalışmaları terörizm etkinliği sayar ve işten el çektirir. Böyle bir şey, incelemeye bile değmez, utanç vericidir. Her kim ki böyle bir davranıştan yanadır, halkın yaşama hakkına karşı koymuş demektir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="line-height: normal; margin-left: 37pt; text-align: justify; text-indent: -19pt;"><!--[if !supportLists]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">2.<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">İnşaat Partisi</span></i></b><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">, kuşkusuz ki “emek yoğun” yapılaşmaları önceleyen <i>İnşaat Kapitalizmi</i>’nin bir parçası. Peki <i>İnşaat Rejimi</i> küresel kapitalizm ve emperyalizm bağlamında nasıl bir anlama sahip? Öte yandan <i>İnşaat Kapitalizmi</i>, Marksist açıdan düşünecek olursak; üretici güçleri geliştiren bir üretim ilişkisi mi, yoksa kapitalizmin çürüme aşamasına tekabül eden gerici bir örgütlenme mi? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-left: 37pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-left: 0cm; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Bu “partinin” ajandasını, kimlerden kredi alıp yatırım yaptığını bilmiyorum. Zaten bizim gibi insanlar bu kişilerin parayla kurdukları ilişkiyi tahmin bile edemez. Doğrusu ben aylık gelirimdeki ufak artışları mutlulukla hayatıma ekleyen yalın ama sevgi dolu bir yaşam sürdürüyorum. Oysa paraya para demeyen bu insanların mutsuzluğu yarattıkları yıkımdan anlaşılıyor. Sorduğun şeye bu nedenle dosyalar ve dekontlarla cevap veremediğim için üzgünüm.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-left: 0cm; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Küresel kapitalizm 1930’a gelindiğinde kendine özgü bir tek şehir bilirdi, bu da New York’tu. Büyük gökdelenleri, dar sokaklarıyla bir şehir değildi de onun anıtı gibi bir şeydi. Sevilesi değildi, özel koşulların ürünüydü, benim sözlerimle “uygarlığa bir tahammül biçimi olan apartman” fetişi üzerine kuruluydu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-left: 0cm; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Dünya kredi sistemi 1974 krizinden sonra özellikle elinde petrol ve hammadde bulunan ülkeleri hizaya sokmak için inşaat kredileri vermeye odaklandı. Özellikle Arap ve Uzakdoğu sermayesi “oltaya gelerek” inşaat fetişiyle kalkınmacılığı aynı zanneden bir ideolojik sersemliğin tuzağına düştü. Böyle bir şey teknoloji-yoğun bir yatırım düzeninden çok, emek-yoğun bir yatırımı gerektiriyordu ve istihdama destek oluyordu. Üstelik kâr oranı öyle yüksekti ki elinde para olup da bu alana girmemek enayilik gibi bir şeydi. Dahası, inşaatları yapmak için karmaşık teknoloji zinciri de gerekmiyordu, bu nedenle her taraf betonla dolmaya başlayabilirdi. Bunu özellikle Arap ülkelerinin inşaata düşkünlüğünden anlayabiliyoruz. Bu ahlâksızlar, Mekke’yi betonlaştırdı, daha ne denebilir ki? Bir de İslam’ın ilk örneklerine göre yaşamayı savunan Vahhabilik ideolojisini pohpohlayıp soru sormayı, akıl yürütmeyi durdurdular. Betonlar peygamberin sünneti miydi de bunu insanlara reva gördüler, bilinmez. Bu arada petrol üretmeyen, tarım alanlarından başka hazinesi olmayan Türkiye de aynı kumpasa neden kurban gitti, bunu anlamak zor. Herhalde pırasa, armut, incir, zeytin ve portakal gibi şeyler üretmek, gelişmeyi endüstriyel kirlilik yaratmak sananların ağırına gitmiştir. Buralarda maden açmak, tarım alanlarını köstebek gibi delip yüksek teknolojiye hammadde sağlamak gelişmişlik sanılmıştır. Böylece en az yedi yüz yıllık sofistike mimarlık tarihimiz şu çağda fütühatçılığı bir şey zanneden ergen kibrinin kurbanıdır. “Şehir, şehir!” diye bağıran sağcı mimarlık terennümlerine bu saatten sonra zerrece hürmet edilemez. Bakın artık New York dünyaya ihraç edilmiş durumda. Singapur, Malezya, Doha, Kuveyt, Wuhan, Pekin, Abu Dabi, Hong Kong gibi yerler New York’u belki de geçtiler. İlginç bir biçimde İstanbul da ve ülkemiz de bundan payını aldı. Para kazanmak isteyen herkes bulunduğu yeri betonlaştırmaya başladı. Apartman yetmedi, alışveriş merkezleri koca siteler halinde yapıldı, elektrik yüzünden ve doğal hayatın dışına çıkmaktan ötürü insanlar bilmediği hastalıklara tutuldu. Son pandemi bunun açık bir örneğidir. Göller kurudu, teknoloji tutkunluğu yüzünden yüzölçümü Türkiye kadar olan Aral Gölü Orta Asya’dan silindi, Urmiye ve Van Gölleri tehdit altında. Son romanım <i>Uyku Ülkesi</i>’nde şehirlerin her türlü beton fantezisinin deneme alanı olduğunu ne yazık ki hiç eğlenemeden yazdım. Şehirler insanca bir barınak olmaktan çıkıp insanın kaçmak için can attığı üretim birimleri haline geldi. Üretim öyle bir fetiş oldu ki Pekin’de hava kirliliği azalınca üretim düşüyor ve yönetim hava kirliliğinin artışına aldırmadan üretim yapmayı sürdürüyor. Zaten fabrikadan ayrılmadan çalışan köle-işçileri Çinlilerden öğrenmiştik; dolayısıyla İnşaat Kapitalizmi insanlıkdışı konut yığınlarından oluşan Çin şehirlerinin adeta alameti farikası oldu. Böylece şehirlerden ayrılmanın yasaklandığı bir dünyaya doğru ilerliyoruz: Dünya kırsal alanlarını ve tarımı kaybetmek üzeredir. Bu, insanlığın felaketidir, Çin kaynaklı “köleci kapitalizm”in ürünüdür. Önümüzdeki yıllarda kapitalizmin bu çeşidini daha çok işiteceğiz. Şüphesiz ki, insanlık var olmak istiyorsa bu keneden kurtulmak zorundadır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpLast" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; margin-left: 0cm; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">İnşaat Rejimi tüm dünyayı yok etmek pahasına tarım alanlarını kemiriyor. İnsanlık yararına olmayan, yalnızca üretimi hedefleyip üretim kirliliğini aklına getirmeyen bir çılgınlık kurumsallaştı. Dolayısıyla inşaat kapitalizmi kendi kendini çürüten bir üretim düzeninden ibaret: Hayatın doğrudan gösterdikleriyle bile rahatlıkla söylenebilir ki, inşaat rejimi yarattığı şehirlerde yaşayamıyor. Beton pompalayan bu düzen tarım alanlarını yok ettikçe, distopya görünür oldu. Ya kurtulacağız ya da geri dönülmez adımlarla bu batağa saplanacağız.. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoListParagraph" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; margin-left: 37pt; text-align: justify; text-indent: -19pt;"><!--[if !supportLists]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">3.<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Mimari, egemenler için kuşkusuz ki <i>ideolojik bir</i> <i>terkip</i>. Bu durum Cumhuriyet’in ilk yıllarında da geçerliydi. Peki sizce bu 100 yıllık süreçte mimarinin ve kentlerin <i>ideolojik terkibi</i> nasıl bir seyir izledi?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Ülkemizde 1950’lerden beri hızlı ve bilinçli bir eskiyi yok etme programı uygulanıyor. Bu amaçla şehrin belleğini tarümar eden bir mantıkla yollar açılmış ve hızla bütün anıları silen bir yeni inşaat düzeni ortaya konulmuştur. Yetmiş beş yılda gelinen nokta şudur: Bu ülkede yüzyıllarca Hıristiyanlarla beraber yaşanmamış ve sanki böyle bir şey yalandan ibaretmiş gibi bütün mimari gelenek çöpe atıldı ve her yerinden inşaat filizleri fışkıran, ahlaksız rant düzeni bunun yerine kondu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Herkes artık açıkça görmeli, İslam’a ait olmayan tarihsel yapılar öncelikle yok etme stratejisinin bir parçası olarak ideolojik gerekçelerle yıkıldı; sonra İslam mimarisi de dahil her şey “yatırım” ve “getiri” sözcüklerinin büyülü etkisiyle yok edildi. Sonuç olarak bu ülkedeki binalar, pencereleri ve dış yüzeyiyle aynı, yapısıyla çürük ve mantığıyla doğa düşmanı bir düzenin asıl göstergesi oldu. Şehirler tarım alanlarına yerleşti, en başlıca rant kaynağı konut oldu ve bu sayede Edirne’den Hakkari’ye kadar uzanan şu coğrafyada kendine özgü bir karakteri olmayan, bir örnek, zevksiz konut düzeni hayatımıza yerleşti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">1996 yılında daha bu işler hiç konuşulmazken <i>Sokakların Ölümü</i> adlı inceleme kitabını yazmıştım: Orada sözünü ettiğim şeyler maalesef bir bir ortaya çıkıyor, ama ne yazık ki benim gibiler yalnızca söz söylemiş olmakla kalıyorlar. Vicdan sahibi insanların duruma el koyması gerekir, çünkü hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve hepimizin şu ya da bu nedenle yıkıma aday olan binalarda yaşayan bir yakınımız var. Artık kamu vicdanı harekete geçmelidir, konutlar bireysel insiyatiflere bırakılamayacak nitelikteki toplumsal varlıklardır. Bu nedenle gelin her bölgenin mimari özelliklerine uygun bir yapılaşmanın başladığı bir dünya hayal edelim. Verili mimari çehreyi reddedelim. Tüm şehirlerimizde yerel geçmişi sentezleyen, ayırıcı mimari yapılar bulunmalıdır. Her şehrimizi bu özellikleriyle parmakla göstermeliyiz. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Ülkemizde İtalya ve Yunanistan’dan bile daha fazla bir tarihi derinlik var; özellikle İtalya’daki çevre bilinci ve şehir korumacılığının zerresi bu topraklarda yok. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoNormalCxSpLast" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoListParagraph" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; margin-left: 37pt; text-align: justify; text-indent: -19pt;"><!--[if !supportLists]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">4.<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Daha önce Sivas Yangını dolayısıyla <i>Gecekonduların Öcü</i>’nü yazmıştınız. Gecekondu meselesini kuşkusuz ki 12 Eylül’le ilişkisi bağlamında da düşünmek gerekir. Bir dönem devrimcilerin örgütlenme alanları olan gecekondu mahalleleri, 12 Eylül’den sonra büyük ölçüde Ülkücü ve İslamcı çetelerin eline geçti. Siz bu siyasal eksen kaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 6 Şubat depremlerinde <i>enkaz altında kalan İnşaat Rejimi</i>, tam da bu siyasal eksen kaymasından beslenerek gelişmedi mi?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Gençliğimde gecekondu yapmak isteyen halka amelelik yaparak onları konut sahibi haline getiren bizi, devrimcileri anımsıyorum. Bu davranışımızı basit bir halk dalkavukluğuna çeviren şey, gecekonduların yasallık kazanması ve buralara otuz kırk katlı blokların yapılması olmuştur. Dün devrimcilerden briket, çatı, elektrik için yardım alan kent yoksulları, birdenbire kent rantiyeri haline geldiler. Gecekondululara yardım ederken mütevazı bir evde yaşayan ve toplumsal adalet için kavga eden bizler yine aynı evlerde yaşamaya devam ettik. Belki de bu yüzden bugünün rantiyerleri bizi hayalci ve ahmak buldular. Şüphesiz ki öyle olduğu anlaşılıyor; hayallerimizi onlar için kurmuş olduk ve gecekondulara taşıdığımız her briket inşaat rejiminin ekmeğine yağ sürdü: Buralarda “kentsel dönüşüm” adı altında rant dönüşümü sağlandı ama acısı yine halktan çıktı. Öyle bir rant düzeni ki bu, yalnızca halkı savunanlar ve halk bedel ödüyor, ne yazık ki hapishane ya da tabut yapanlara bir şey olmuyor. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">1993 Sivas Yangını’ndan sonra gecekondulara sahip çıkanlar Türkiye’yi islam sosu bulaştırılmış bir lümpenlikle bugüne kadar idare edebildiler. Şüphesiz gecekondular kendilerine taş taşıyan solculardan intikam aldı, kendine mezar hazırlayanlara ise oy verdi. Bugün işte sadece yirmi yılla açıklanması yetersiz olan, yetmiş yıllık bir rant düzeninin öcü hepimizden çıkıyor. Olan yine halka oldu. Bakın, İnşaat Partisi’nin bütün elemanları ellerini oğuşturarak olanı biteni bir kenardan izliyorlar çünkü kendilerine en az iki milyon konutluk alan açıldı. İşte buna artık dur demeliyiz. Para için her şeyi yok eden bu vicdansızlığın sonunu şimdi getirmeliyiz. Bu kadar zulüm yeter.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormalCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="color: red;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"> </span></span></p><p class="MsoNormalCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt; orphans: auto; text-align: start; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="color: red; font-family: "Times New Roman";">Ayrıntı Dergi Sayı 43 <o:p></o:p></span></p><p><span style="color: red;"><style class="WebKit-mso-list-quirks-style">
<!--
/* Style Definitions */
p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal
{mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:0cm;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraph, li.MsoListParagraph, div.MsoListParagraph
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:36.0pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpFirst, li.MsoListParagraphCxSpFirst, div.MsoListParagraphCxSpFirst
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpMiddle, li.MsoListParagraphCxSpMiddle, div.MsoListParagraphCxSpMiddle
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpLast, li.MsoListParagraphCxSpLast, div.MsoListParagraphCxSpLast
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:10.0pt;
margin-left:36.0pt;
mso-add-space:auto;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
.MsoChpDefault
{mso-style-type:export-only;
mso-default-props:yes;
font-size:11.0pt;
mso-ansi-font-size:11.0pt;
mso-bidi-font-size:11.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
.MsoPapDefault
{mso-style-type:export-only;
margin-bottom:10.0pt;
line-height:115%;}
@page WordSection1
{size:612.0pt 792.0pt;
margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt;
mso-header-margin:36.0pt;
mso-footer-margin:36.0pt;
mso-paper-source:0;}
div.WordSection1
{page:WordSection1;}
/* List Definitions */
@list l0
{mso-list-id:1329362418;
mso-list-type:hybrid;
mso-list-template-ids:757111590 -1987004018 67698713 67698715 67698703 67698713 67698715 67698703 67698713 67698715;}
@list l0:level1
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
margin-left:37.0pt;
text-indent:-19.0pt;}
@list l0:level2
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level3
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level4
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level5
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level6
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level7
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level8
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level9
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
-->
</style></span></p><p class="MsoNormalCxSpMiddle" style="line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman";"><span style="color: red;">Nisan 2023</span><o:p></o:p></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-74850060213428980972023-04-21T11:20:00.001+03:002023-04-21T11:20:28.330+03:00Kapadokya’yı Bir Estetik Varlık Olarak Görüyorum <p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZWbn8aHkrN6zTwtyt0ZbNmeF9bPJ4lbRHLOZkmPetPP0JngN-DdnqNnpdxpSf76F0qa55Mb_6nBMiweAV1oZh2oyuqfuhvYxE9-6bYFsM7YFmIweO7vE42QuK8jjh_Yxtrnq739j1zhBmrgfvMKI2-ZejOFfvPfH0Cma3YKPvJp2ajzDf7UrRbKht/s6016/DSC_0042.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4000" data-original-width="6016" height="454" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZWbn8aHkrN6zTwtyt0ZbNmeF9bPJ4lbRHLOZkmPetPP0JngN-DdnqNnpdxpSf76F0qa55Mb_6nBMiweAV1oZh2oyuqfuhvYxE9-6bYFsM7YFmIweO7vE42QuK8jjh_Yxtrnq739j1zhBmrgfvMKI2-ZejOFfvPfH0Cma3YKPvJp2ajzDf7UrRbKht/w682-h454/DSC_0042.JPG" width="682" /></a></div><p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Jale Nihal İncedere<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>“Kapadokya’nın Yazarı” Gürsel Korat’ın 2022 yılında üç yeni kitabı yayımlandı:<i> Uyku Ülkesi, Kurmacanın Yapısı</i> ve <i>Deniz Göründü.</i> <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Daha önceki yıllarda yayımlanan iki kitap ise genişletilmiş yeni basım olarak yenilendi: <i>Kristal Bahçe</i> ile <i>Dil, Edebiyat ve İletişim</i>. Ayrıca <i>Kapadokya Dörtlüsü</i>’nün başlangıç romanı <i>Zaman Yeli</i> de 2022 sonunda basıldı. Kitaplar bir dizinin parçası olacak biçimde belli bir kapak tasarımı ile hazırlanıyor. Bu gelişmeler doğrultusunda yazarımızla bir görüşme yaptık.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b> </b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>J. N. İncedere: Öncelikle bu kapak tasarımlarıyla ilgili olarak sorayım, nedir temel mantık?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Gürsel Korat: </b>Kurmaca kitaplar konuyla ilgili kapak tasarımı yapılarak hazırlanıyor. Kapaklarda içeriğe uygun bir çizim var. Kurmaca dışı olanlar ise fotoğraflı ve iki renkli olarak tasarlandı. <o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 36pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Tüm kitaplarınız Everest Yayınları’nda mı yayımlanacak?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Çocuk kitapları YKY’de kalıyor. Bunun dışında yetişkin kitapları (kurmaca olsun olmasın) hepsi Everest’e geçiyor. En azından dağınık halde duran yayınlarımın bir araya getirilmesinde ilk adım bu.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Uyku Ülkesi Kapadokya ekseninde gelişen romanlarınızdan olmadığı gibi, ütopik ve güncel. Bu farkın nedeni nedir?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Elbette bu, içinde Kapadokya’dan söz edilmeyen ilk roman değil. <i>Ay Şarkısı, Rüya Körü</i> ve hatta <i>Yine Doğdu Tanyıldızı</i> Kapadokya ekseninde ele alınamazlar. <i>Uyku Ülkesi</i> şu yönüyle farklı: Rüyalar kurgu dışıdır ve serbest çağrışıma dayanır ya, burada öyle değil: Rüya kurguyu kovalıyor. Günümüzle çelişkisi olan bir aklın ürünü. Şehirleri bir virüse, çağımızın inşaat tutkusunu hastalığa benzeten ve zaten hastalandığı için sürekli rüya ile gerçek arasında gezinen bir kadının hikayesi bu. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Çağımızdaki gelişmelerin rüya ile gerçeğin arasındaki çizgiyi kaldırdığı yönündeki saptama üzerinde durmak gerekir. Özellikle bu konuda, neler söyleyebilirsiniz?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Böyle bir değerlendirme yalnız benim değil hepimizin ortak yargısıdır; çevremizde “Bütün bu olanların rüya olmadığını söyleyebilir misiniz?” demeyen bir insan bile rastlayamayız. Hem politik hem imgesel bakımdan durum böyle. Bu nedenle <i>Uyku Ülkesi </i>bizi “Boğaz’da suların yükseldiği zaman”la hesaplaştırır, Ayasoyfa’ya kadar yükselen, Yeni Cami’yi sular altında bırakan bir hayalle (olası bir tehlikeyle aynı zamanda) yüz yüze geliriz. Bu rüyada vitrinleri ışıl ışıl kapalıçarşıda balıkların yüzmesi, bizi bekleyen tehlikeyi de işaret eder. Uyku Ülkesi, rüya yoluyla şu inşaat düzenine bir itirazdır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kurmacanın Yapısı yeni bir kitap. Burada okur entelektüel bir kapsamla karşılaşıyor. Aristo’dan beri yazma üzerine düşünmenin tarihi üzerine çok tartışılması gereken tezler öne sürdüğünüzü görüyorum. Özellikle kurmacanın tarihsel gelişimini üç evreye bağlamanız ve bunu kanıtlar göstererek desteklemeniz önemli. Ne dersiniz?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">İnsanın anlatıcı olarak başladığı yolculuğu, yazıcı olarak sürdürmesi hep dikkatimi çekti. Hem anlatıcı hem de yazıcı olduğumuz yeni bir çağa yedi yüz yıl önce girdik ama olayı değil de bireyi fark ederek iki yüz yıldır yazıyoruz. İşte bunun tarihi üzerinde söylenecek çok temel kuramsal sözleri bulup çıkarmam gerekiyordu. Uzun bir öğreticilik dönemimin, öğrencilerimin ve derslerimin bir ürünüdür bunlar. Biliyorsunuz, anlatıcılar iyi öğrenir; bu konuyu “anlatının üç çağı” ekseninde görmek benim için de bir hayli eğitici oldu.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Öbür yeni kitabınız Deniz Göründü’yü doğrusu şaşırarak okudum. Bir kere alışılmamış bir üslubu var. Flaneur üzerine ettiğiniz sözler nedeniyle doğrusu kitaba tutuldum. Flaneur olmadığınızı, çünkü bu çağda insanların kalabalıklardan demlenen bilgi peşinde dolaşmadığını söylediğiniz bir yer var. Bu çağda insanın kentlerden bir şey öğrenmeyeceğini söylüyorsunuz fakat kentleri yazmışsınız. Bu çelişik değil mi?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b> </b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Sanat çelişkinin farkına varıp yüzleşmektir. Unutmayalım, <i>artık<o:p></o:p></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i>flaneur değiliz</i> diyorum ama yine de kentlerde dolaşmayı sürdürüyoruz. Kalabalıkların bilgisine değil, içimize döndüğümüz artık bir gerçek. İnsan yığınlarında saklı duran bir bilginin değil, mimarinin bize ayna tutan yönleriyle ilgiliyiz. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Bu kitap <i>oturayım da yazayım</i> denecek bir şey değil, belki de kitaplarım içinde en yavaş yazılanıdır; çünkü 1993’ten beri neredeyse otuz yıldır kentler üzerine tuttuğum notların bir ürünü bu. Sokakların Ölümü’nü 1997’de yayımlamıştım, onun kardeşi olarak Deniz Göründü’yü, yirmi beş yıl sonra 2022’de tamamladım. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kristal Bahçe 2003 yılında yayımlandığı zaman yazarları apaçık tartışan, <i>edebiyatçıların edebiyatçılar üzerinde söz söylediği</i> değişik bir deneme kitabı olarak entelektüel okur katında bir hayli yankı buldu. Bilindiği gibi edebiyatımızda genel olarak diğer yazarları yok sayan ve deyim yerindeyse “ölmüşlerle idare eden” bu tarza karşı koymak bu kitabın özelliğiydi. Şimdi genişletilmiş haliyle bu denemelerin yeniden basıldığını görüyoruz. Eklenen veya değişen nedir?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Kristal Bahçe’nin ilk 88 maddesi olduğu gibi duruyor. Kitaptaki değişiklik, madde sayısının 156’ya çıkarılmasından ve ek monogramlardan ibaret. Zaten daha önce bu denemelerde tutturduğum o kısa yoğun üslubu sürdürüyorum. Ek olarak bu bölümde yazarların tekilliği ile ilgili konuları ele aldığımı söyleyebilirim. Eril yazıcılığın fotoroman benzeri bir anlatıcılıktaki ısrarının temellerini sorguladığım gibi, sağcı iklimden gelen edebiyat dışı salvoların gülünç niteliğini gözler önüne serdiğimi de söylemeliyim. Kanımca her yazar, yazı ve edebiyat hakkında düşünsel sözler edebilmelidir. Bu bakımdan Kristal Bahçe’nin benim düşünsel röntgenim olduğunu söylemeliyim.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b> </b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Dil Edebiyat ve İletişim, bir üniversitedeki göreviniz sonucunda yazdığınız bir inceleme kitabı sayılabilir mi?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Bütünüyle hayır diyemem. Hocalığın bu kitabın yazılmasında büyük bir payı var. Fakat okumaktan kaçındığımız, saf-akademik ders kitaplarından da değil. Elbette bu kitabın hedef kitlesi daha çok iletişim ve edebiyat okurlarıdır fakat o okura edebiyat ve dil dolayımından iletişime dahil olan şeyi de göstermektedir. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Gelelim Zaman Yeli’ne. Anladığım kadarıyla bu roman 1995’te yayımlandığı zaman tarihsel roman dalgası yeni başlıyordu. Hatta Feridun Andaç, Kemal Tahir’i kast ederek “Tahirîliğin Dönüşü mü?” başlığı altında bir soruşturma da yapmıştı. Yıllar sonra geriye dönüp baktığınızda bu kitapla birlikte başlayan düşüncelerle yan yana mısınız yahut varsa ayrı olduğunuz neler görüyorsunuz? <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">1995 Ocak ayında bu kitap taze bir fidan gibi içimden yükseldi, bunu biliyorum. Anladığım şey şuydu ki ben geçmiş tarihsel mirası yinelemiyordum, ne Tahiriliğin peşindeydim ne de minyatüresk bir bakış içinde, çizgi romana balon içinde söz yazar gibi kahramanlık edebiyatının izinden gidiyordum. Ben büyük bir fiziksel yenilgi yaşamış solun acılarıyla yoğurulduğumu ve oradan doğduğumu hissediyordum. Ütopyalar yenilgiye uğramıştı, sorun ütopyanın güzelliğinde değildi, sorun bunun gelecekte insanlığımızı elimizden alan kuruluğundaydı. Ben ütopyayı bir gelecek imkanı olarak değil, bir geçmiş olasılığı olarak ele aldım ve Moğolların gelişi nedeniyle zorunlu olarak beliren direniş ruhuyla, ortak yaşamın göstergesi olan yeraltı komünlerine ulaştım. Tarih benim için sadece zemindi, onun gerçeğe uymasına dikkat ettim. Fakat asıl uğraştığım şey bu zemindeki insan davranışıydı. Bir de tarihsel varlığımızın bize hiç de anlatıldığı gibi olmadığını söylemenin en kestirme yolu buydu. Bir tez öne sürmedim, tersine romanlarım hakkında tezler öne sürüldü. Özellikle <i>Güvercine Ağıt,</i> içerdiği tarihsel bilgi birikiminin insana uygunluğu ile şaşırtıcı bir derinlik kazandı. <i>Kalenderiye</i> ile Kalender Çelebi isyanını anlatmaktan öte bir şey yaptım, Osmanlı’yı ve Venedikli tüccarları eş zamanlı anlattım; bu nedenle romanlarım soğukkanlı bir anlatıcının oyunbaz aklının bir ürünü oldu. Calenderia, göklerin takvimini bizden öğrenen gezgin tüccarlara, eşitliği ve azla yetinmeyi de öğreten dervişlerin yaşam biçiminin adıdır. Kalender, boşuna<i> takvim</i> anlamına gelmez. İşte böyle şeyler anlatan Kapadokya Dörtlüsü’nün ilki olan <i>Zaman Yeli</i> şimdi yeniden basıldı. İkinci roman <i>Güvercine Ağıt</i> ve üçüncü roman <i>Kalenderiye</i> ise hazırlanıyor.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Son roman?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">O da <i>Dönüyor Zaman</i> başlığıyla henüz yazılıyor. Anlaşılan o ki bu roman da tamamlanınca Kapadokya Dörtlüsü, otuz yılda tamamlanmış olacak. <i>Dönüyor Zaman</i> sanırım birkaç ay içinde biter. İlk üç romanda tanıdığımız pek çok olay bu sonuncuda değini olarak yer alacak. Böylece okurun bildiği ama son romandaki karakterlerin bilmediği bir tasarım önünde olacağız. Kanımca Kapadokya defteri bu roman tamamlandıktan sonra büyük bir trajediyle kapanmış olacak. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Bir büyük trajedi olarak Unutkan Ayna’yı yazdınız. Öyle bir romana “yardım ve yataklık eden” Kapadokya defteri nasıl kapanır?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Yazar olarak kapanır. Ama okuyucu olarak değil. <i>Unutkan Ayna</i><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">artık Nevşehir’in ve Uçhisar’ın malıdır. Buralar artık edebiyata aittir. Hakkında öykü ya da roman yazılmamış coğrafya parçalarına acırım. Kapadokya’yı estetik varlık olarak gören ve bu amaçla algıyı dönüştüren bir yazarım. Kapadokya’yı otellere gidilen, balonla uçulan bir yer olarak değerlendirmediğim için mutluyum. Biliyor musunuz, <i>Unutkan Ayna</i>’yı yazarken bölgenin genel karakterinden hareketle orada da bir yer altı şehri olabileceğini düşünmüş ve romanı öyle yazmıştım. Roman yayımlandıktan bir ay sonraydı, Nevşehir’de, tarihi SİT alanında yapılan TOKİ inşaatı durduruldu. Nedeni, yıkılan yapıların altından bir yer altı şehrinin çıkmasıydı. Kehanet değildi bu; edebiyatın heyecansal ve bilgisel olduğu kadar sezgisel oluşundandı. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b>Kitaplarınızın yolu açık olsun.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><b> </b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">Teşekkür ederim.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p style="background-color: #01ffff;"> <br /></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p style="background-color: #01ffff;">Cumhuriyet Kitap Eki</o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p style="background-color: #01ffff;">20 Nisan 2023</o:p></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-87162117790758626092022-11-28T15:31:00.006+03:002022-11-28T15:53:19.494+03:00Yeni Kitaplar<p> </p><p>Everest Yayınları'na geçtiğim geçen yıl önce Uyku Ülkesi ile bir başlangıç yaptım. Bu romanda bir anestezi uzmanı doktorun, (işi uykularla ilgili bir uzmanın) ansızın beyin kanaması geçirmesiyle birlikte yaşadığı rüya ve kâbus döngüsünü anlattım. Bu roman yaşamımızın üçte birini kapsayan ve hatta gündüz de bazı hallerde de süren rüyaların yapısıyla insanın düşünce yapısının benzerliğine dayanır. Fiziksel yaşamda ortaya çıkan bir anormallik ruhsal yapımızda da karmaşaya yol açar; işte Uyku Ülkesi bunun romanıdır. Uyku Ülkesi, rüyanın ve çağrışımsal dilin özellikleriyle gerçekliğin bir harmanıdır. Bu kitapta oluşturduğum dil yapısını bir daha başka bir kitapta oluşturacağımı sanmıyorum, yani kitaba özel bir dilsel yapı bu: Ünik ve kendine özgü.</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEj5rmJgQiNzmFp_OCAHzaZzL6aJyBM33_kjJ1ptToEY9pKGcXNxXMhJqE4hQqY1tapV-F_CLQ3ft6kXBK3n_nxi27UXqOKrgDuracBtIuboiBez8tfjpizxqocbfHymtDc3UZzn4twgAwguQAErH_vl94oyysK9Wmf-ME516TA6wG4aMOJecNRV1hBm" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="2293" data-original-width="1582" height="382" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEj5rmJgQiNzmFp_OCAHzaZzL6aJyBM33_kjJ1ptToEY9pKGcXNxXMhJqE4hQqY1tapV-F_CLQ3ft6kXBK3n_nxi27UXqOKrgDuracBtIuboiBez8tfjpizxqocbfHymtDc3UZzn4twgAwguQAErH_vl94oyysK9Wmf-ME516TA6wG4aMOJecNRV1hBm=w264-h382" width="264" /></a></div><p><br /></p> 2003'te yazdığım Kristal Bahçe'nin genişletilmiş bir baskısı da yapıldı bu arada: Bu kitapta bir manifesto gibi edebiyatın halini göstermeye çalışmıştım; bunu genişlettim ve 2003-2020 arasında düşündüklerimi de bu deneme kitabına ekledim ve böylece geniş bir basımı, yenileyerek ortaya çıkarmış oldum.<p></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjmtwBS7-qFjh04P_AZOHdCa3n_zoTNkEvojwxvndU8eDXmG4iqpemNvmn2eAVwAOMnliMubz4cAOC53sEhI7Jo3pTdT71DY6QybYxK1qiZ9ox6Gy4WIC4eNLGRJxj81wiUYn3ZG3kZgO-eYkxuKRfgl8tJwPbzbwFCrQ-M930uNZN7fxtDWmxCq1TL" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="889" data-original-width="704" height="363" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjmtwBS7-qFjh04P_AZOHdCa3n_zoTNkEvojwxvndU8eDXmG4iqpemNvmn2eAVwAOMnliMubz4cAOC53sEhI7Jo3pTdT71DY6QybYxK1qiZ9ox6Gy4WIC4eNLGRJxj81wiUYn3ZG3kZgO-eYkxuKRfgl8tJwPbzbwFCrQ-M930uNZN7fxtDWmxCq1TL=w288-h363" width="288" /></a></div><br /><p></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div>Daha sonra Kurmacanın Yapısı okura ulaştı. Bu inceleme kitabını öncelikle Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama Bölümü'nde Senaryo Stüdyosu ve Oyun Yazma dersleri verirken düşünmeye başlamıştım. 2007-2016 yılları arasında notlarımı aldım. Bu arada film çekimleri de yapmaktaydık, yazı ve senaryo üzerinde çok düşündüm ve sonuçta edebiyat üzerinden tanımladığım bir görsel anlatımın yapısını tanımladım. Bu konuda Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki öğrencilerimin payı da büyük oldu. Orada bu kitabı yazma konusundaki isteğimi artıran çok sayıda akademik beklenti oluştu, Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nin Gölbaşı'ndaki yerleşkesinde Güzel Sanatlar Fakültesi'nin değerli öğrencileri de bu isteği kamçıladılar. Halen çalıştığım HBV İletişim Fakültesi'nin değerli öğrencileri de bu arada özellikle anılmalı; bu kitabı dört gözle bekleyenler olduğunu biliyorum.<p></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEidzlwQRkA1yTEp-4WSduwIYflZ1jz4fib8fpmSg5JS6HIiwDgyGhu12tGyfsnCppK6gGnGsSKeCQSlWAiV7aDdwlefR8QueoGqZn1NtLdwecm7qfpz5ZuR4UheCQQGxFkLFzLvyRU6FL4kYGt0G-GB3kmkzdeqcuXBNk7waollH02XvvvoeoTdlFv3" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="885" data-original-width="777" height="369" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEidzlwQRkA1yTEp-4WSduwIYflZ1jz4fib8fpmSg5JS6HIiwDgyGhu12tGyfsnCppK6gGnGsSKeCQSlWAiV7aDdwlefR8QueoGqZn1NtLdwecm7qfpz5ZuR4UheCQQGxFkLFzLvyRU6FL4kYGt0G-GB3kmkzdeqcuXBNk7waollH02XvvvoeoTdlFv3=w324-h369" width="324" /></a></div><p><br /></p><br />Öte yandan 2008'de yine derslerim için yazdığım Dil Edebiyat ve İletişim adı kitabım da gözden geçirilerek basıma çıkmak üzere. Bunu da yeri gelmişken haber vermeliyim.<p></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhhE_HxZ0vncKfy57UUxWVT7NKc9LJY6Ryje5UDgcfz-JHp2kjUc9ToZEEh6uq0L5YN8YaJ-YkbJh21erI5tgVDbH_0px2Br7NoZWmFybEamPQ_iEohtIJ8M6uVI0Y4LWdPm4h6wCs2OSE55bauMW_Ix1LUU177HZO3m5Na4ewon7PbNVk050kl2UNh" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /><img alt="" data-original-height="878" data-original-width="673" height="396" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhhE_HxZ0vncKfy57UUxWVT7NKc9LJY6Ryje5UDgcfz-JHp2kjUc9ToZEEh6uq0L5YN8YaJ-YkbJh21erI5tgVDbH_0px2Br7NoZWmFybEamPQ_iEohtIJ8M6uVI0Y4LWdPm4h6wCs2OSE55bauMW_Ix1LUU177HZO3m5Na4ewon7PbNVk050kl2UNh=w304-h396" width="304" /></a></div><p><br /></p>Sonra deneme seven ve yolculuğu özleyenlere hazırladığım, belki de otuz yıldır yazdığım bir deneme kitabını bitirmenin doğru olduğunu düşündüm. Bu kitap fotoğraflı; üstelik pek çok mimari, şehirlerle ilgili kavramları kısa denemeler halinde ele alıyor. Pek yakında onunla da tanışmak sözkonusuydu olacak. Adı Deniz Göründü. Bu kitap Sokakların Ölümü'nü yazdığım 1996'dan beri şehirler üzerinde düşündüğümün bir göstergesi olacak. Elbette Sokakların Ölümü de Kapadokya ile birlikte yakında raflarda olacak.<p></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjZqD7Yi689i9XuAhqJhXEy484h4RuaBtHyloOdWiVbJcw22QioMzu7UYVWSqSV2dONdDwDvHqOPJlM7fK9i3ygkGCx1vT7WIqA6MZXNNZg0BAQhhhhf9VImOK3rp6EtoLBDElB91tTT3PZJxmNnama4TfQh3pCgMxAzZon2Z57jsBTWXwHRCNmposd" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="716" data-original-width="496" height="431" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjZqD7Yi689i9XuAhqJhXEy484h4RuaBtHyloOdWiVbJcw22QioMzu7UYVWSqSV2dONdDwDvHqOPJlM7fK9i3ygkGCx1vT7WIqA6MZXNNZg0BAQhhhhf9VImOK3rp6EtoLBDElB91tTT3PZJxmNnama4TfQh3pCgMxAzZon2Z57jsBTWXwHRCNmposd=w298-h431" width="298" /></a></div>Kısacası yıllardır roman yazarı olarak kurmacaya (özellikle ve önemle)<br /> eğildiğim doğrudur; şimdi, yeni yayıneviyle birlikte bütün yapıtlarımın basılmaya başlanacağını duyurmuş olayım.<div><br /></div><div>Bu arada çalışmalarımı eşsiz bir editöryal çalışmayla okura ulaştıran Didem Ünal Demir'e içtenlikle teşekkür etmem gerekiyor; onun içtenlik dolu bilgi birikimi olmasa bu kitaplar okura güçlü bir biçimde ulaşamazdı. Böyle bir editörle çalışmak benim için gerçek bir şanstır, sanırım okurun da şansı olacaktır.</div><div><p></p><p><br /></p><p><br /></p></div><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-16785816936650659412022-09-14T14:40:00.001+03:002022-09-14T14:40:29.995+03:00Göreme'ye Yol Yapmak Bilgisizliktir<p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"> </span></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEilRpmh4Q96aiCCEqlFRud3UwbY33x-QaA-3al05seIdJcaKLP-gvmIJG8wpy_o_jhZqxD6J0ecSBiyOfRy2ufhzuciK5GPhHshOdXOp9ZaoJ95GZUh-G1zDIaseERtkGiKcCAh8H3o8dpMO0tYa0b5-n_RSpK9F3_6cAkAMO4n38YmKgAoJJoE3PJl" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="1937" data-original-width="2856" height="406" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEilRpmh4Q96aiCCEqlFRud3UwbY33x-QaA-3al05seIdJcaKLP-gvmIJG8wpy_o_jhZqxD6J0ecSBiyOfRy2ufhzuciK5GPhHshOdXOp9ZaoJ95GZUh-G1zDIaseERtkGiKcCAh8H3o8dpMO0tYa0b5-n_RSpK9F3_6cAkAMO4n38YmKgAoJJoE3PJl=w597-h406" width="597" /></a></div><p></p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span style="font-size: x-small;">Tokalı Kilise I ve II. Yol yapımından ve denetimsiz ziyaretçilerden ötürü ömrü yakında sona erecek. Bu yapı ve bezemesi eşsizdir, dünyanın en önde gelen yapılarındandır.</span></div><p></p></blockquote><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR">Gençken Kapadokya’daki tepelere her baktığımda tek başına duran bir oyuk, hatta bir kapı görürdüm. Bana öyle gelirdi ki dağın kapısı vardır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR">Zamanla bunun zaten böyle olduğunu fark ettim: Dağın kapısı olmak bir yana, merdivenleri, sütunları, kubbesi, ambarı, ayazması olduğunu da fark ettim. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR">Çocuk resimleri gibi: Eve dışarıdan bakarız ama içindeki lambayı masayı ve hatta merdivenleri görürüz. Kapadokya böyle bir yer işte, dışarıdan bakınca dağların içinde yollar, geçitler ve duvar resimleri olduğunu hayal etmemiz mümkündür.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR">Kapadokya denince bir romancı olduğum halde Taş Kapıdan Taçkapıya Kapadokya adlı kitabımla bu bölgeyi hem neolitik dönem, hem Bizans hem de Selçuklu dönemleri açısından değerlendirdim. Fotoğraflı bir kitaptır ve bölgeyi özellikle Hristiyan resimlerinin anlamları açısından değerlendirmede önem taşır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiZa8yyba0ZHcUn7fa8piyMiFQ82hAMh3tT7_nc3jjfTdIXiNCv7SsZUd3bdvNdSFX1Qr5EvUE0JKStPNSM3iUNx92zNZP386jRMHEJAca0iVY4UXuqpyihDJc5IXVMOJ2IAlRfitQsQKiVKHWwSyleBP2KBzNTLBbNYUoFmk_a89Z7mBkDoU3hJrzz" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="4920" data-original-width="7325" height="334" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiZa8yyba0ZHcUn7fa8piyMiFQ82hAMh3tT7_nc3jjfTdIXiNCv7SsZUd3bdvNdSFX1Qr5EvUE0JKStPNSM3iUNx92zNZP386jRMHEJAca0iVY4UXuqpyihDJc5IXVMOJ2IAlRfitQsQKiVKHWwSyleBP2KBzNTLBbNYUoFmk_a89Z7mBkDoU3hJrzz=w499-h334" width="499" /></a></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-family: -webkit-standard; font-size: small; text-align: left;">Tokalı II'de Çarmıh Sahnesi. İsa'nın iki hırsızla birlikte Golgotha'da çarmıha gerilme sahnesi. Üç meryem, yüzbaşı ve askerler orada. İsa Yuvannis'e </span><i style="font-family: -webkit-standard; text-align: left;">işte annen</i><span style="font-family: -webkit-standard; font-size: small; text-align: left;"> diyor, Meryem'i gösteriyor. Resmin sıvası dökülmüş, düşen parçaların altında ikonakırıcı döneme ait çizimler var.</span></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-family: -webkit-standard; font-size: small; text-align: left;"><br /></span></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-family: -webkit-standard; font-size: small; text-align: left;"><br /></span></span></div><span lang="TR">Bu kitapta benim değerlendirmelerim ışığında Tokalı Kilise kompleksi büyük bir Roma Kilisesi, bir Ayasofya kadar önemlidir. Üstelik burası zaman içinde değişik biçimlerde oyulmuş Tokalı II ile son halini almıştır. Tokalı I denilen giriş bölümünde tavan yarım silindir gibidir. Burada resmin sağ üst köşesnden başlayarak sol alt bölümüne kadar çevrimli anlatım bulunur. Yani İncil’deki sıraya göre İsa’nın doğuşundan haça gerilmesine kadar olan olaylar halinde sırayla resimlenmiştir. Bu durum Kapadokya dahil pek çok yer için sıklıkla karşılaşılan bir durum değildir. Özeldir. İkinci bölüm daha sonra oyulmuş, sonra resimlenmiş ama sonra üstü sıvanarak bugün gördüğümüz mavi ağırlıklı başın gövdeye oranla küçük olduğu bir tarz elde edilmiştir. Buradaki resimler Makedon Rönesansı denen bir tarzdadır. Perspektifi bilen ama kullanmayan bir el tarafından çizilmiş gibidir. Perspektif Ortodoks kilise resminde yasaktır, Katolik sanatında ise Rönesans sonrasında gelişmiştir. Bu durum, resimlerin yapıldığı 1200’lü yıllar düşünüldüğünde anlamlıdır.</span><p></p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><p></p></blockquote><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQ1wgrvdGZz7ghDFC5IwwlWQ3yqWg7faQUxgB7Mxccum_YLcLhXdDi9E7bR5UBjeeyBatEJXZ16eBJu_pot_jsk1N1Uto6zUVGl_SNwB83837dJI1UeMgwC4rbri16GtnYpaqXbgdJc0bI-kpY6pQ2pN1KswULKH5N_N9sRyoigstAzXQ9kGdER5Wa/s1169/069%20korat*.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="772" data-original-width="1169" height="274" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQ1wgrvdGZz7ghDFC5IwwlWQ3yqWg7faQUxgB7Mxccum_YLcLhXdDi9E7bR5UBjeeyBatEJXZ16eBJu_pot_jsk1N1Uto6zUVGl_SNwB83837dJI1UeMgwC4rbri16GtnYpaqXbgdJc0bI-kpY6pQ2pN1KswULKH5N_N9sRyoigstAzXQ9kGdER5Wa/w415-h274/069%20korat*.jpg" width="415" /></a></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-size: small; text-align: left;">Göreme Açık hava Müzesi'nde Karanlık Kilise. Anastasis Sahnesi. Bu resmin Hades'le birlikte kurulmuş olan düzeni Hıristiyan ikonolojisinde ender rastlanır: Çünkü Antik Yunan'dan Hıristiyanlığa geçen bir simge burada vardır.</span></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-size: small; text-align: left;"><br /></span></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-size: small; text-align: left;"><br /></span></span></div><span lang="TR">Göreme Açık Hava Müzesi’nde bulunan bütün kiliseler özel bir önemdedir. Çevrimli Anlatıma sahip olmasa da Karanlık Kilise Kapadokya sanatının özeti gibidir. Buralara giriş konusunda çok özensiz davranıldığı açıktır. Hatta yakın zamanda yapımı süren ve vadinin karşı yamaçlarını tamamen tahrip edip araba titreşimleriyle yok edecek olan çift şeritli yol yapımı Kapadokya olarak andığımız tarihsel varlığın sonu demektir. Kapadokya’nın balon ve atla özdeşleştirildiği bir yanlış çağ başlamıştır. Özellikle belirtmek ihtiyacı duyuyorum: Kapadokya güzel atlarıyla ünlü bir yer değildir, bu Perslerin zamanında bu bölgede at çiftlikleri kurmasından ötürü verdiği bir isim olmalıdır. Kapadoks zaten varolan bir isimdir ve Persler nasıl işlerine geliyorsa öyle söylemişlerdir. Balonlar bölgeye bir kitch görünümü vermişlerdir, bunların uçması güzel de konacakları zaman bağlara indikleri ve bağcıların bir üzüm çubuğu başına ceza ödediğini kimse biliyor mu? Bağcılık yasak ama balonculuk serbest. Bir acentanın en az iki yüz atv denen dört tekerlekli motosikleti var. Sahada bunlar dolaşıyor. Atla gezintiler serbest. Niye güzel atlar ülkesi burası. Komik. Burası mimari ve eşsiz doğa parçası olmak yönünden benzersiz ve bunu korumak zorundayız. Kapadokya yeniden ulusal park ilan edilmeli, içinden geçen arabalar belli bir tanıtım kartına bağlanmalı, tren tarzı taşıma araçları dışında bölgeye giriş yasaklanmalı, balonlar ve atv araçları Kayseri ve Avanos’un doğusundaki alanlara doğru itilmelidir. Kapadokya’ya giriş hem zor, hem özel olmalıdır. İspanya’da Prado Müzesi’ne, İtalya’da Sistina’ya yahut Frenze’de bazı yapılara girişte belli bir kota uygulandığı ve buraların biraz pahalı yerler olarak tutularak birçok insanın içeri girmekten caydırıldığı unutulmamalı. Kapadokya’da buna nefeslerin duvar resimlerini soldurduğu ve titreşimin kiliseleri yok etmeye başladığı gerçeğinden hareketle ulaşmalıyız. Zaten rüzgar, yağmur ve güneş bir yandan yapacağını yapmaktadır.<o:p></o:p></span><p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div></div><p></p><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR" style="font-size: x-small;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR" style="font-size: x-small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLtDEek9eRpj5Gfty7gKXYIN-ljvnTHtbrCA-wlYnO1nrhcyfkfjCYQn2PpLb15aNL1X42jL3nGgCOqeeEfU__8TIMB4RQHVKZCgdxFgc_ijKGN8ezAUutSoJPw5Yb2KBpRETE5I7N_Mx512sIojN2XA5I1a81hRMfORe3C3A90Bc5zCBGNQj_LcjK/s1157/131%20korat*.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1157" data-original-width="774" height="518" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLtDEek9eRpj5Gfty7gKXYIN-ljvnTHtbrCA-wlYnO1nrhcyfkfjCYQn2PpLb15aNL1X42jL3nGgCOqeeEfU__8TIMB4RQHVKZCgdxFgc_ijKGN8ezAUutSoJPw5Yb2KBpRETE5I7N_Mx512sIojN2XA5I1a81hRMfORe3C3A90Bc5zCBGNQj_LcjK/w346-h518/131%20korat*.jpg" width="346" /></a></span></div></div></div></div><p></p></blockquote></blockquote><blockquote style="border: none; margin: 0 0 0 40px; padding: 0px;"><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span lang="TR"><span style="font-size: small; text-align: left;">Resimde yeni yol çalışmasının on beş metre yakınından geçtiği Saklı Kilise görülmektedir. Bu kilisede Yahya'nın Çölde saklanması gibi ünik sahneler vardır ve dozerlerin altında ezilmektedir.</span></span></div></div></div><p></p></blockquote><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR">Bu nedenle Göreme Açık Hava Müzesi’nin üstünden, iş makinalarıyla, hangi akla hizmet edilerek çift şeritli yol geçirildiğini, kamyonculardan, inşaatçılardan ve otelcilerin bazılarından başka anlayan biri var mı? Tarihin yok edilmesi, belleğin sonu anlamına gelir. Üstelik bu bellek hoşgörüyle övündüğümüz geçmişimizin üzerine beton dökmek anlamına geliyorsa orada artık dur demek kaçınılmazdır.</span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR" style="color: #ff00fe;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><span lang="TR" style="color: #ff00fe;">NOT: Bu yazıda kullanılan fotoğraflar Gürsel Korat'ın Taş Kapıdan Taçkapıya: Kapadokya adlı yapıtından alınmıştır.</span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-65625449972531351732022-04-29T17:14:00.003+03:002022-04-29T17:14:56.056+03:00Gürsel Korat ile söyleşi: “Yazmak, belleğimizin görünen şeklidir”<blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #fafafa; border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: Lora, serif; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">Orhan Kemal Roman Ödülü, Ankara Üniversitesi Roman Ödülü ve Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü sahibi, Kapadokya dörtlüsüyle tanıdığımız Gürsel Korat’ın son romanı “Uyku Ülkesi” (Şubat 2022) Everest Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Yazar, gerçek ve düşü harmanlayarak, yirmi birinci yüzyılın distopyasını ortaya koyduğu romanını ölüm ve yaşamın, aydınlık ve karanlığın, gelecek ve geçmişin bir arada durması için kaleme aldı. Doktor Sevda Kül’ün rüyalarından hareketle “Uyku Ülkesi”ndeki insanlık, uygarlık adı altında kendini tüketip bitiren, kendi özüyle uyum içindeki doğayı yok eden hasta bir varlığa dönüşmüştü. İlaç ve inşaat şirketlerinin ortaklığının yaşandığı bir zamanda tarımın sona erdiği, bitki ve ağaç adına hiçbir şeyin kalmadığı yeryüzünde adım başı hastane ve AVM vardı. Herkes rüyada gibiydi. Şüphesiz hiç kimse, uyanır uyanmaz kahverengi bir böcek olduğunu görmeyecekti, çünkü böcekleri ilaçlamışlardı. Onlar iştah açan reklamlara bakıyor, renkli gazeteleri inceliyorlardı. Gazetede gördükleri şehirle yaşadıkları şehrin aynı olduğunu fark ettiklerinde ürperdiler. Geçirdiği beyin kanaması sonucu konuşma yeteneğini yitiren Sevda Kül, yazdıklarının konuştuklarından daha derine işlediğini gördüğünde rüyalarını yazmaya karar verdi. Çünkü o, yalnızca kendi düşünü değil ormandaki kuşun, geceleyin ağaçlara düşen ay ışığının, ağaçların arasından geçen seslerin de düşünü görüyordu. Anladıkça yazdı, yazdıkça anladı. Rüyaları bir düşünme yolu olarak ele aldı. Yazmak ona iyi geliyordu. Bilinen her şey bir gün unutulmaya mahkûmdu. Çünkü yeniden dirilişin ve biz yaşayıp giderken geçmişimizi yok eden zamana, bu toplumsal kâbusa direnişin tek yolu yazmaktı! Sevgili Gürsel Korat ile son romanı “Uyku Ülkesi” hakkında söyleştik.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: Lora, serif; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Esme Aras</strong></p></blockquote><div class="wp-block-image" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; margin: 0px 0px 1em;"><figure class="aligncenter size-large is-resized" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; clear: both; margin: 0px auto 1.2em;"><img alt="" class="wp-image-36834 jetpack-lazy-image jetpack-lazy-image--handled" data-attachment-id="36834" data-comments-opened="1" data-image-caption="" data-image-description="" data-image-meta="{"aperture":"0","credit":"","camera":"","caption":"","created_timestamp":"0","copyright":"","focal_length":"0","iso":"0","shutter_speed":"0","title":"","orientation":"0"}" data-image-title="IMG_2837" data-large-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?fit=616%2C462&ssl=1" data-lazy-loaded="1" data-medium-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?fit=300%2C225&ssl=1" data-orig-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?fit=1600%2C1200&ssl=1" data-orig-size="1600,1200" data-permalink="https://parsomenfanzin.com/2022/04/29/gursel-korat-ile-soylesi-yazmak-bellegimizin-gorunen-seklidir/img_2837/" data-recalc-dims="1" height="398" loading="eager" sizes="(max-width: 531px) 100vw, 531px" src="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=531%2C398&ssl=1" srcset="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=1024%2C768&ssl=1 1024w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=300%2C225&ssl=1 300w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=768%2C576&ssl=1 768w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=1536%2C1152&ssl=1 1536w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=1200%2C900&ssl=1 1200w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=800%2C600&ssl=1 800w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=400%2C300&ssl=1 400w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=200%2C150&ssl=1 200w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=816%2C612&ssl=1 816w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?resize=107%2C80&ssl=1 107w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/IMG_2837.jpg?w=1600&ssl=1 1600w" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom-left-radius: inherit; border-bottom-right-radius: inherit; border-top-left-radius: inherit; border-top-right-radius: inherit; border: 0px; box-sizing: border-box; display: block; font-family: inherit; font-size: 17px; height: auto; line-height: 1; margin: 0px auto; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="531" /><figcaption style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; caption-side: bottom; margin-bottom: 1em; margin-top: 0.5em; text-align: center;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gürsel Korat</strong></figcaption></figure></div><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Hayat olağan akışında ilerler, kişi hep öyle gideceğini zannederken, bir sabah aniden değişiverir her şey. Benim başıma gelmez dediğiniz durum, tam karşınıza dikilmiş size bakıyordur. Ve anlarsınız ki hiçbir şey o andan öncesindeki gibi olmayacak, zaman bir süreliğine de olsa eskisi gibi akmayacaktır. Kontrolün insanın elinde olmadığı “zaman döngüsü, hastalık, ölüm, rüya” gibi durumlarda gerçeklik sizce nasıl işlemektedir?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Durumu kabul etmemek en önemli tepki. Duvarları yumruklayan, sinirlenen ve bir türlü düzelemeyen insanın hasta olduğunu acımadan yüzüne söyleyen biri çıkacaktır sonunda. En azından makineler duygusuzdur ve gerçek bir yolunu bulur ve önünüzde belirir. Fakat rüyalarınız gerçekle örtüşmez, o yine rüya olarak varlığını korur. Ölüm ise, garip ama yakın bir komşu olarak pek tedirgin edici değildir. Sanırım tedirginlik tüm bünyeye yayılmıştır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Böyle durumlarda çok değerli bir şeye, yani sağlığa sahipken onu bir anda kaybettiğimizde baş karakteriniz Sevda Kül’ün yapmaya çalıştığı gibi “zorlukların inanarak üstesinden gelinebileceği” fikri mi size daha yakın gelir, yoksa hile yaparak beyni yanıltıp keyifli şeyler düşünmek mi?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Hastalıkla her insan farklı savaşabilir. Reçetesi yok. Anımsadığım en önemli şey “durumu kabullenmeli ve ölebileceğimi düşünmeliyim” deyişimdir. Bu bana yapabileceğim tek yiğitlik gibi göründü doğrusu. Düşündüm, ömrüm aklımdan geçti; idam edilen arkadaşlar gözümün önüne geldi. Mamak’taydım, 1980 yılının başıydı, onlardan biriyle görüşe birlikte çıkmıştık, son görüşüm oldu. Gencecik bir çocuktu. Zihnimdeki öbür kişi ise gri ceketi ve kısacık saçlarıyla avluda şaşkın şaşkın duran, ellerini duvara koyarak kızlar koğuşundakilerle konuşan Erdal Eren’di. Ölmemiş gibi halen zihnimde dolaşıyor. Sanırım hep ölmemiş gibi olacağız. Ne var ki kimse bizi göremeyecek. Ama neye inanırsak inanalım, laboratuvardaki sayısal veriler her şeyin üstüne çıkacak ve duruma alışılacaktır. Olsun, moral diye bir şey var, bu süreçte eşim Tuğba Çelik en büyük moral destekçim oldu. Pandemide hastalığa yakalanmak çok acayip bir şey ama bu sayede insanların insanları pek o kadar da merak etmediğini anladım. Ölüm ve yaşamı kesin olarak ayırmışız. Hastalıklar bölümünü de. Dünya yaşayabilenlerin sahnesi. Araf hastaneler oluyor, ondan biraz haberimiz var. Ölüm ise bilmediğimiz bir diyar. İnsanı ölümsüz sanan, yumurtanın fabrikadan çıktığını düşünen bir AVM kuşağıyla yan yana yaşıyoruz.</p><div class="wp-block-image" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; margin: 0px 0px 1em;"><figure class="aligncenter size-full" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; clear: both; margin: 0px auto 1.2em;"><img alt="" class="wp-image-36837 jetpack-lazy-image jetpack-lazy-image--handled" data-attachment-id="36837" data-comments-opened="1" data-image-caption="" data-image-description="" data-image-meta="{"aperture":"0","credit":"","camera":"","caption":"","created_timestamp":"0","copyright":"","focal_length":"0","iso":"0","shutter_speed":"0","title":"","orientation":"0"}" data-image-title="9786051857183" data-large-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?fit=336%2C500&ssl=1" data-lazy-loaded="1" data-medium-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?fit=202%2C300&ssl=1" data-orig-file="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?fit=336%2C500&ssl=1" data-orig-size="336,500" data-permalink="https://parsomenfanzin.com/2022/04/29/gursel-korat-ile-soylesi-yazmak-bellegimizin-gorunen-seklidir/attachment/9786051857183/" data-recalc-dims="1" height="500" loading="eager" sizes="(max-width: 336px) 100vw, 336px" src="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?resize=336%2C500&ssl=1" srcset="https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?w=336&ssl=1 336w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?resize=202%2C300&ssl=1 202w, https://i0.wp.com/parsomenfanzin.com/wp-content/uploads/2022/04/9786051857183.jpg?resize=54%2C80&ssl=1 54w" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom-left-radius: inherit; border-bottom-right-radius: inherit; border-top-left-radius: inherit; border-top-right-radius: inherit; border: 0px; box-sizing: border-box; display: block; font-family: inherit; font-size: 17px; height: auto; line-height: 1; margin: 0px auto; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="336" /><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Otobiyografik sürecin ürünü olan <span style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-style: italic; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Uyku Ülkesi</span>’ndeki hastalık hâlini bir metafor, aslında tüm toplumun hastalanması olarak değerlendirebilir miyiz? Gerçek ve rüya arasındaki salınımlarda herkes yürüyebiliyor, oturabiliyor ama kimse konuşamıyor. Çünkü düşlerin bile sorgulandığı, devletin bir şirkete dönüştüğü distopya ülkesinde buna izin yok. Gerçekleri görmenin uzağına düştüğümüz, geleceğe bakmaktan korkar olduğumuz, toplumsal bir kâbusu yaşadığımız dönemlerin anlatıldığı kitabınızı bir rüyadan uyanışın habercisi olarak mı okumalıyız?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Böyle bir okuma çok verimli olur. Çünkü şehirler mikrop kapmış bir organa benzemeye başladı. Şehirler büyüdükçe kapitalizmin o erken şafağındaki demokrasi tutkusu da kararıyor. Büyük devrimler –özellikle Nazizmin yarattığı terör yüzünden– şizofreniye dönüştü, sosyalizm hayallerimizdekiyle uyuşmaz oldu. Biz eşitlik ve özgürlük için çalışmaya devam ettik ama bazıları işi bozdu, George Orwell’in yaşadığı umutsuzluğu unutmadım. Huxley’in, Zamyatin’in… Ütopyadan distopyaya giden çığıra buradan gidildi. Böylece ben, büyük şehirlerin tüm dünyaya büyük hastalıkları ve demokrasi düşmanlığını getirdiğini düşünmeye başladım. Dünya savaşları bunun bir provasıydı, şimdi ise otoriteryenlik ve hegemonya hücrelerimize kadar yayıldı. Kadın cinayetleri ile bir savaşın farkı yok, ırkçı savaşlarla yerel savaşların ayrımı kalmadı, din için insanlar gösteri yapılır gibi öldürüldü. Yani ekonomi politik yaşadığımız her vahşeti yeryüzünün tamamında değil bölgesel olarak deneyledi. Savaş dışı araçlar ise (hastalıklar gibi) dünyaya yayıldı. Yalnız şu gerçek olduğu gibi kaldı: Hepimiz kapitalizmin kobaylarıyız.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Toplum olarak yaşadıklarımız bir rüya bile olamayacak kadar saçma geliyor bazen. Mekânı ve zamanı kendi deneyimlerimiz üzerinden sanata dönüştürdüğümüz, dünü ve bugünü estetik bir tasarımla birbirine bağlayabildiğimizde hakikatle buluşup, onu bu yolla geleceğe taşıyabileceğimiz düşüncesine katılır mısınız? Birer kötü rüya olmasını dilediğimiz zamanlardan geçerken, <span style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-style: italic; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Uyku Ülkesi</span>’ni kurgulamak istemenizin bir nedeni de tarihe bugünleri not düşmek miydi?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yaşanan olaylara bakıp da bu gördüklerimiz gerçek mi diye sormadığımızı sanmak çocukluk olur. Sanatsal metin, böyle bir durumda uyarı moduna girer ve tehlike çanlarını çalar. Çiçekle, böcekle ve aşkla uğraşan sanatın sanırım ne kadar önemli ve değerli olduğunu böylece anlamaya başladık. İnsanın yaşayabileceği en güzel şeyler bunlardır ve edebiyatı bunlarla uğraşıyor diye hor görenler gönenebilirler, çünkü dünya çok kötü bir yere gidiyor: Bundan böyle –kim bilir uzun bir süre belki de– kimse çiçek böcek şiiri yazamayacak, aşk romanı okuyamayacaktır; en azından bunlardan zevk alamaz olacaktır. Çünkü bunların hepsi de kaçınılmaz olarak politikleşmiştir. Yani aşkın doğası ile politikanın doğasının birbirine geçişler içerdiği bir yerdeyiz. Hastalıkla şehirlerin, uykularla ölümlerin benzeştiği bir yer burası. Buradan şuna varıyorum: <span style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-style: italic; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Uyku Ülkesi</span> kötü bir rüya görüp de uyanmayı dileyen ama bir yandan da <span style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-style: italic; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">uyanmayış</span>ın olduğunu aklından geçiren insanın tasarımı. Korkarım rüyaları andıran bu yaşadıklarımız bir gerçek.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Sanat yapıtı demişken, denetimi mümkün olmayan rüyalarda yarattığımız kişilerin, mekânların gerçekliğini sorgulamadığımız kadar, hikâye ve romanlara konu olan olayların, karakterlerin gerçek hayatta bir karşılığı olup olmadığını merak ederiz. Oysa ikisi de kurgudur… Bu noktada kurgu ve asıl hayat ekseninde, rüya ve gerçeği romana taşıma fikrini kulağınıza üfleyen başat sebep neydi?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Romanda en dikkat çeken noktalardan birinin bu olduğunu sanıyorum. Rüyalarda gördüğümüz kişilerin gerçek olmayışı bizi üzmüyor. Doğrusu buna hayret ettiğim bir rüya görmesem belki ben de böyle düşünmezdim. Sanırım gerçekte var olmasını istediğimiz bir şeyi rüyada çok içeriden görüyor ve bu yüzden düşlediğimiz şeyin olmayışına hayıflanıyoruz. Romanlarda ise yazarın kurgusal olarak ürettiği mekânların gerçeklik payını aramaktayız. Bunun nedeni ortak bir rüya metni olan kurmacanın yazarın zihninde gerçek bir alana rastlayıp rastlamadığını öğrenme arzusu olsa gerektir. Bu yüzden Kafka’nın, Joyce’un yahut Goethe’nin evini merak ediyor insanlık. Yazar da aslında bu meraka ilgisiz kalarak yanıt veriyor, “Bunların hepsi uydurma” dese bile biliyor gerçekte bazı olayların gerçeklere denk geldiğini. En azından Yaşar Kemal’in Çukurovası, Balzac’ın Paris’i, okur tarafından yazarın dilinde duran kaçınılmaz gerçeklikler olarak görünüyor. Oysa yazar özellikle coğrafya söz konusu olduğunda okurla gizli bir sözleşme yapmış gibi yazdığı şeyin neye tekabül edeceğini daima söyler. Yani yazar zaman sorununu okurdan bağımsız olarak yapıtını inşa eder, mekân sorununu ise okura doğrudan gösterir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Kitaptaki karakterler birbirinin yerine geçiyor, cinsiyet değiştiriyor, başkalarının rüyalarını etkileyebiliyor… Bunu eşsiz yetenekleriyle yapabilenler de kadın; erkekler röntgenci, tacizci, bozguncu rolleriyle, tüm eril dil ve davranışlarıyla karşımızdalar yine. Neyse ki “iyilik saçan ötüş”leriyle kuşlar var ve insanın içini iyimserlikle dolduran ağaçlar, ormanlar yani doğa tüm canlılığıyla okura eşlik ediyor. Bunca kadın düşmanlığı ve çevre katliamı karşısında direnenlere, kaleminizin ucunu sivrilterek destek verdiğinizi söylemek yanlış olmaz sanırım, ne dersiniz?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Aslında edebiyat dünyanın yaşadığı tekdüzeliğe ve hastalığa isyan ederek karmaşıklaşmaya başladı. Bu yüzden sanatın siyaset dışında yürüyebileceği alan daraldı. Şüphesiz sanatın siyaset için yapılmasına daima itiraz ederim ama siyasetin sanatın konusu olabilmesini zaten oldum olası hiç yadırgamadım. Sanat her şeyi konu edinebilir, siyaset, din, ideoloji, bilim ve hatta felsefe. Fakat asla bunların yerine geçmez. Asla bunların bildirisini sunmaz. Sanatçının sanat dışı alanları gözetmesi gereken bir dönemden geçtiğimiz ise kaçınılmaz olarak doğru. Eşcinsel, kadın yahut erkek olduğu için dışlaştırılan insanları birey olarak görmek, onların yerine düşünmek (empati kurmak) ve insanlığın yaşadığı tüm sorunlara parmak basmaya çalışmak gerekir. Gerçeğin “süzülmüş ve güzelleştirilmiş” oyunu olan sanat için bu çok önemli bir şey.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Dünya eşsiz ama bir o kadar sınırlı bir yer; hacmiyle, kapasitesiyle, üzerinde barındıracağı nüfusu ve kaynaklarıyla… Kitabınızı okurken, yıllar önce röportaj yaptığım Pınar Kür’ün, “İstanbul’a New York’tan daha çok gökdelen diktiler,” sözünü anımsadım. Son yirmi yılda Ankara’nın silueti değişir, hafıza mekânları yok edilir, tıpkı rüyaların aynılaşması gibi büyük kentler ve binalar birörnekleşirken insanca yaşama düşünü rüyalarda mı görürüz ancak?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Daha tehlikeli bir şeyi öngörüyorum ben: İnsan nasıl yaşıyorsa öyle düş görür. Bir örnek yaşıyorsa düşü de öyle olur. “Şu güzelim dünyayı mahvetmeyelim ki onun düşünü de görebilelim” diyorum açıkçası.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Romanda rüya ve yazma ilişkisi, Sevda Kül’ün uykuda gördüklerini psikiyatri uzmanı olan arkadaşı Nihal’e aktarmasıyla ilerliyor. Yazarak anlatmakla, anlamak ve anlaşılmak arasında bir bağ var. Görsellik çağında yazının unutuluşu, yok olacağı endişesini taşırken yeniden dirilişin tek yolu yine onda mı? Varlığımız ancak, birilerinin okuyacağını umarak yazmaya mı bağlıdır?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yazmak kadar insanlaşmış eylem pek azdır. Tepkimeli motorlar yapmak, kardeşliği, özgürlüğü ve eşitliği savunmak ve hatta uçmaktan bile önde gelir bu. Çünkü yazmak belleğimizin görünen şeklidir. Yazdığımız ölçüde insanız. Yazdıklarımızı miras olarak bırakır ve türün daha etkin bir biçimde kalıcı olmasını sağlarız. Fakat yaptığımızın kötülüğe dönüşmeye başlaması da mümkün. Dünyayı mahveden teknoloji de yazılarak var olur. Bu yüzden yazının insanlığın zararına egemenlik üretmesini değil, yararına dönüştürmesini savunuyorum. Avucuna veda mektubu yazarak ölen maden işçisi, gökdelenlerin mimari çizimini yapan kişiden daha bilgili olmayabilir ama öncelikle savunulması gereken bir kişidir benim için.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><span style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-style: italic; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Uyku Ülkesi</span></strong><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">’ni okumayı bitirdiğimizde unutuş ırmağı Lethe’nin suyunda yıkanmış, ondan içmiş kadar olduğumuzu düşündüm. Okurlarınız olarak, Sevda Kül karakterinin gördüğü periyodik kâbuslardan kurtulup içimizde başka bir bakış odağını etkinleştirerek, yeni bir başlangıç yapabilir miyiz artık? Yarınla gelen, yarının getireceği o yeni günü sadece rüyalarda görmemek için bir distopyanın “umut” içermesi biraz da bu yüzden mi?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Pandora’nın kutusunu açtım, bildiklerini söyleyemeyen Kassandra’nın ötesine geçip bilmediklerimi bile söyledim ama eski Yunanlılardan daha öteye gidemedim: Umut’tan başka bir şeyi bildiğim yok. Ne var ki şu da aklımda: Umuda bütünüyle ona bel bağlayarak yozlaşmaktan kaçınmak gerek.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Son soru; insanın kendini bir sanat yapıtı gibi baştan ve başka biri olarak kurması, bunu başarabilmesi ne kadar zor ya da mümkün? Beklenmedik sevinçler, bize mutluluk veren anlar böyle zamanlarda mı çıkagelir?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; font-size: 17px; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Sanat yapıtının beklenmedik sevinçler yaratacağını umarız ama onlar beklenmeyen acıların ürünü olabilirler. Sonuçta sanat yapıtı sevinç yaratıyorsa ne mutlu; sonu ölüme varsa bile başarılmış bir hayata işaret eder. Gerçekliğin yoğun bir modeli olarak sanat yapıtı aslında iyi düşünülürse zaten bir rüyadır ve herkes rüyalardan farklı etkilenir. Dolayısıyla sanat yapıtının en çok mutluluk verdiği kişiler tam olarak gösterilemez. Sanatçının tasarladığı bu kurmaca gerçeklik başkalarının zihninde değişik hallere girer, sonraki dönemlerde iyiden iyiye başka bir şey olur ve gelecekte ise kim bilir neye dönüşür. Bunun için kaygı duyacak değilim, oturup bahçemi yeşertmeye çalışmak bana daha iyi geliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 28.899999618530273px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Parşömen, 29 Nisan 2022</p></figure></div><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-56814572187049287722022-03-21T10:06:00.000+03:002022-03-21T10:06:04.989+03:00Bu Yaşananlar Ancak Rüyada Olur<p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: "Segoe UI", sans-serif;">SİBEL ORAL</span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm;"><span style="font-family: Segoe UI, sans-serif;"><br /></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm; text-align: left;"><span style="font-family: "Segoe UI", sans-serif;">Ödüllü yazar Gürsel Korat yeni romanı Uyku Ülkesi’nde gerçek ile düşü harmanlayarak 21’inci yüzyılın distopyasını ortaya koyuyor.</span></p><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEh-9aqJ8qcDvCI_12O8mvd9cPtVXbh9O8JTeL0KI4ZVRLKI44nzxNSn9jjdQfkIl0apCa8jtRCIp-JWHHTF7-SissL0Ew5bkBA1OTBVKPfVFXXCR5tH1QHgZtLAYnhOqPWRrNqjJwkscmQXK8Usi-WUoeD8FZQHSE5R_PBuSCPimWQFnw9r1B2AAbgf" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEh-9aqJ8qcDvCI_12O8mvd9cPtVXbh9O8JTeL0KI4ZVRLKI44nzxNSn9jjdQfkIl0apCa8jtRCIp-JWHHTF7-SissL0Ew5bkBA1OTBVKPfVFXXCR5tH1QHgZtLAYnhOqPWRrNqjJwkscmQXK8Usi-WUoeD8FZQHSE5R_PBuSCPimWQFnw9r1B2AAbgf" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEh-9aqJ8qcDvCI_12O8mvd9cPtVXbh9O8JTeL0KI4ZVRLKI44nzxNSn9jjdQfkIl0apCa8jtRCIp-JWHHTF7-SissL0Ew5bkBA1OTBVKPfVFXXCR5tH1QHgZtLAYnhOqPWRrNqjJwkscmQXK8Usi-WUoeD8FZQHSE5R_PBuSCPimWQFnw9r1B2AAbgf" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgJxgRk4pL0ZtCYkoVD0VxNWOZ4On6Zo9xrce6O4Uzam4KWBIbHoYU3scNvtwUL_lg8XE9rGpERogh-83BfyXaTCnjFOF0CokmvVwSRU69NJFOB7PhV-orlJ7n_w40aGT3qhv3b9LRMNqSIxef7fEa2Dhm4WBHiF0Cs0Yo5O4ZbpflkffSCGfFtvi7D" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="1785" data-original-width="1712" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgJxgRk4pL0ZtCYkoVD0VxNWOZ4On6Zo9xrce6O4Uzam4KWBIbHoYU3scNvtwUL_lg8XE9rGpERogh-83BfyXaTCnjFOF0CokmvVwSRU69NJFOB7PhV-orlJ7n_w40aGT3qhv3b9LRMNqSIxef7fEa2Dhm4WBHiF0Cs0Yo5O4ZbpflkffSCGfFtvi7D=w613-h640" width="613" /></a></div></div></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Paris. Balzac'ın Evi'nde. Balzac'ın karakterlerinden Juana Marana (de Mancini) 2014 Temmuz. G.Korat</span></div><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="background-color: white; font-family: "Segoe UI", sans-serif;"><i>Sekiz romanın yanı sıra öykü, deneme, inceleme, oyun ve çocuk kitaplarıyla da geniş bir külliyata sahip Gürsel Korat. Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü, Ankara Üniversitesi Roman Ödülü ile Orhan Kemal Roman Ödülü’nün de sahiplerinden biri olan Korat’ın, 2016’da yayımladığı ödüllü Unutkan Ayna romanından sonra girdiği sessizlik süreci nihayetinde Uyku Ülkesi’nin (Everest Yayınları) yayımlanmasıyla son buldu.</i></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Uyku Ülkesi’ne nasıl başladınız, hangi süreçlerden geçtiniz, nelerden nasıl etkilendiniz yani romanı yazarken sizin eşlikçileriniz nelerdi?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Temel eşlikçilerim: Zeytinlikleri söküp maden ocağına çevirenler, orman yangınları, insafsız ağaç kesimleri, nükleer santraller, maden faciaları oldu. Tarımdan uzaklaşıp yavaş yavaş apartman ülkesi haline gelmemiz de önemli bir etken sayılmalı. İstanbul Sözleşmesi bu romana ayrı bir güç verdi: Kadınlar için daha da zor bir evrede olduğumuzu bilerek kalemimi yonttuğumu söylemeliyim. Üstüne üstlük bu pandemi döneminde hastalanmam da başka bir etkendi, rüyalarımla gerçeklerim karıştı. Kısacası apartmanların ve şehirlerin yarattığı yıkımı yaşayan ve rüyalarla gerçeği karıştıran bir kadını bu koşullarda ortaya çıkardım ve anlattım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Anlatıcınız Doktor Sevda Kül, bir anestezi uzmanı. Anestezi rüyayla gerçek arasında değişik bir boyut. Anlatıcınızın bir tıp uzmanı olmasının anestezi uzmanı olmasının rüya haliyle size göre nasıl bir ilişkisi var?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Anestezi uyutmayla ilgili olduğundan doktorun mesleğini bilinçli olarak seçtim. Üstelik doktor meğerki rüyasında Hipnosia (Uyku Ülkesi) adlı bir ödül almış. Uyku Ülkesinde rüyaların uykudan önce başladığı, rüyaların çağrışımlardan öteye geçip inşaatlar yüzünden tek tipleştiği gibi tartışmalar bile var.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Sizin rüyalarınızla ilişkiniz nasıl, anlatıcıda olduğu gibi sizin de bir rüya defteriniz oldu mu romanı yazarken?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Benim her zaman rüyalara özel bir ilgim oldu. Rüyalarımı yazdım, bunların dinamiği üzerinde düşündüm: Fakat hiçbir zaman rüyalara hayran olmadım. Benim için rüya bilinçsiz (istemsiz) düşünmedir. Çağrışımsaldır, bunlara bir keramet atfetmenin gereği yoktur. Rüya bilimsel olduğu kadar (hatta daha çok) edebi açıdan düşünmenin konusudur. Sanat yapıtlarını gündüz rüyası kabul ettiğim gibi, rüyaları da istemsiz sanat yapıtları olarak ele alabilirim. Benim rüyalarla ilişkim böyledir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Romanda </span></b><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">“Yazmak anlamaya iyi geliyor” cümlesinden yola çıkarak sormak istiyorum, size iyi geldi mi? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Anlamanın iyi yoludur yazmak. Başka bir dili öğrenirken, hitabeti geliştirirken, düşünceleri düzene koyarken yazmak çok önemlidir. Bütün bunları düşünceyi sıraya koymak için yapmalı, yazmayı fetişleştirmek için değil. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Herkesin “yazar” olduğu bu çağda “yazmak anlamaya” sahiden iyi geliyor mu ya da o noktaya geliniyor mu, oradan bakılıyor mu ya da niyet gerçekten bu mu sizce? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Başka düşünceleri yazıp onlarla çarpışmaktan, üretici bir yazmadan bahsediyorum ben; hep kendini yazmak ve “ne olursa olsun yazmak” bir bencilliğe işaret olabilir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Satır aralarında günümüz Türkiyesinin gündem olan- olmayan, toplumsal ve siyasi sorunlarıyla da karşılaşıyoruz, bir bakıma ince ince işlenen eleştiri de var.<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Tüm distopyalar gibi. Bu çağda kim bir kâbus görmediğimizi düşünebilir? Yine de romanda tam bir distopyadan yana olmadım, umudu ekledim karanlık düşüncelerin arasına. Erilliği ve kabalığı eleştirdim, kadınları ve nezaketi öne çıkardım.<o:p></o:p></span></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Evet erkek karakterler var elbette ama kadınlar daha fazla romanda. Kadınların yüksekten atılma süsü verilen cinayetlere kurban gitmesi, suçüstü yakalanan ama kadını suçlu çıkaranlar, kadın olarak yaşamanın getirdiği güçlükler aklında kalıyor Sevda Kül’ün ve rüyaları gerçeklikle bağını hiç koparmıyor. Bir erkek yazar olarak tüm bunları yazmanın sizin için anlamı nedir?<o:p></o:p></span></b></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Beuavoir’ı on yedi, Engels’i on sekiz yaşımda okudum. Ailede, sokakta, gelenekte cinsiyet kalıplarıyla hep savaştım ve erkeklerin kadınlar karşısında oynadığı rolün, efendinin köle karşısında oynadığı rolle aynı olduğu görüşüne içtenlikle onay verdim. Kadın erkek ilişkilerinde şiddetin egemenliği çok bilinen bir şey. Eril saldırganlık bir eylem olarak değil, kavram olarak da erkeğin fikrinden silinmedikçe, cinsiyetler arası eşitlik bir hayal olur. Bu nedenle yüksekten atılan, öldürülen, tecavüz edilen kadınlar hepimizin sorunudur.<o:p></o:p></span></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm;"><b><span style="font-family: Arial, sans-serif;">“Yaşadığım şeyler toplumca yaşadıklarımıza benziyor: Çevremizde öylesine işler döndürülüyor ki, parça parça bazı şeyleri anlıyoruz ama bütünü kavramamıza engel olan temel bir mantık yasası var: O da <i>anlamak yasaktır </i>sözüyle açıklanıyor (…) Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa oranın adı <i>Uyku Ülkesi</i>’dir” diyor anlatıcımız. Bu alıntıya dair söyleyecekleriniz de bu röportajın finali olsun. <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Hangimiz bugünlerde “Böyle bir şey olabilir mi?” diye sormadık? Kim “Bu yaşananlar ancak rüyada olur” demedi? Uyku Ülkesi’ni yazarken zeytinlikleri yok edip maden ocağı yapanları, ağaçları söküp baraj inşa edenleri, tarlalara apartman dikenleri, olmadık yerlerde havaalanı açanları çok düşündüm. Anladığım şu ki, apartman, inşaat, köprü ve yol için çok elverişli bir iktisat düzenimiz var. Bu gibi işler için hemen kredi bulunuyor ve dünya kısa sürede büyük kârlar için mahvediliyor. Adım başı cami yapmak bile inşaat ihalesiyle, para kazanmayla ilgili; din sömürüsü bu işi kolaylaştırıyor. Çünkü inşaatın yapılması kolay, uzay teknolojisi istemiyor ve çok kârlı. Ben buna “New York’un dünyaya ihracı” diyorum. Yıllardır Osmanlı mimarisi ile övünenler, “şehir” sözünü dilinden düşürmeyenler işte böyle batağa saplandı: Para için o görkemli tarihimizi mahvettiler. 1996’da Sokakların Ölümü’nü yazarken bu tehlikeyi işaret etmiştim. Kısa sürede haklı çıkmanın acısı içindeyim. O yüzden söylemem gerek: Yetsin bu betonun, paranın ve hastalığın egemenliği. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;">Oksijen, 11 Mart 2022</span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-76549923056986982202022-03-07T12:37:00.004+03:002022-03-07T12:38:38.818+03:00Yalnızca Umut Kalsın<p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-size: medium;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span style="font-size: medium;"><b><span face="Arial, sans-serif" style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">Efnan Atmaca</span></b><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: white;"> - Yaşadığımız çağ bazı erdemleri demode duruma düşürse de zarafetin birleştirdiği insanlar umudu yaşatmaya devam ediyor. Gürsel Korat'ın edebiyatı için onu öven pek çok sıfatı art arda sıralarken ben birinciliği zarafete ve inceliklerin uyumuna veririm. Çünkü incitmeden, kırıp dökmeden, öfke tonuna başvurmadan tüm söylemek istediklerini anlatıyor yazar. "Uyku Ülkesi" de yine bu tonun hâkim olduğu bir kitap. Rüyalarla gerçeklerin iç içe girdiği bir hayatı, bir dünyayı anlatıyor Korat kitabında. Bu anlatıyla hem içsel göndermeler yapıyor hem de günümüzde olanları eleştirmekten çekinmiyor.</span></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg1fkB6S3SnzGiMEueQmrf9H3RrB89o8l9nm9GhvKljMGmZzCrbPrZ53IPxOleuXHkhLpxSCYsbh2fjyG3TEJdtONx54kS7ViISu-s-s2KMg1mcZ_F0UDyPF017X0tYn3kBLummAngoMZvkoiThO3Dy4LRR1OR90hqWLWk_5mqgMSk8i7b9lJ2lm8OH" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="751" data-original-width="1186" height="406" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg1fkB6S3SnzGiMEueQmrf9H3RrB89o8l9nm9GhvKljMGmZzCrbPrZ53IPxOleuXHkhLpxSCYsbh2fjyG3TEJdtONx54kS7ViISu-s-s2KMg1mcZ_F0UDyPF017X0tYn3kBLummAngoMZvkoiThO3Dy4LRR1OR90hqWLWk_5mqgMSk8i7b9lJ2lm8OH=w640-h406" width="640" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Gürsel Korat, Sultantepe'den. 2003 İstanbul</span></div><br /><br /></div><p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: white; color: #222222;"><o:p> </o:p></span></p><p style="line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">"Uyku Ülkesi"nde “Rüyalar insanın asıl ülkesidir!” diyorsunuz. Rüyalar yaşadığımız hayattan kaçış için sığındığımız liman mı yoksa bizi hasıraltı ettiğimiz gerçeklerle mi yüzleştiriyor?</span></strong><br style="box-sizing: inherit;" />Rüyalar hareket hâlindeyken direksiyonu yerinden çıkan bir araba gibidir. Araba hızla gider ama kaza olmaz. Yani, demem o ki, uykuda denetimi olmayan düşünceler içindeyiz. Buna rüya diyoruz. Rüyalar gerçeklerden kaçmaya da yarar. Derinlik psikologları rüyaların örtbas ettiğimiz gerçekleri anlamak için bir araç olduğunu bu yüzden düşünürler ve bizden rüyalarımızı anlatmamızı isterler. Ben de onlar gibi düşünüyorum: Bastırdığımız şeyleri rüyalarda görürüz. Kitapta konuşamayan ve sürekli rüyalar içinde yüzen Sevda Kül, arkadaşı psikiyatri uzmanı Nihal’e uykuda gördüklerini yazarak anlatır. Ben bu kâbusları birleştirdim ve çağrışımlarla devam eden bir roman yazdım. Ama rüyaları asla övmedim. Bence “Ne tatlı rüyalar görüyoruz” cümlesi saçma. Zaten macerayı öven, masalı abartan, rüyayı şişiren ve büyülü laflar eden şeylerden uzağım. <o:p></o:p></span></p><p style="line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"> </span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong style="box-sizing: border-box;"><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">İlk sorudan konuya girdim ama size rüya ile gerçekliği sorgulatmaya iten neydi?</span></strong><o:p></o:p></span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;">“Yıldız” demeniz yasaklanmışsa “gökteki çıralardan” söz edersiniz. Yine de bunun yaratıcılığa ve sanata katkısı vardır. Fakat asıl, kişisel deneyimlerimden yola çıktığım için bu konunun aklıma geldiğini söylemeliyim. Geçirdiğim rahatsızlığın, hastane sürecinin ve uyuyup uyanmaların etkisiyle, böyle bir konuda yazmam gerekliliğini fark ettim. Engeller ve korkuyla dolu, uzun mücadeleler gerektiren bu süreç başarıya ulaştı ama aklımda da hastalık, rüya, yoğun bakım ve narkoz gibi sözcükler yığıldı. Kendi çağrışımlarımla kendi kavramlarım bir araya geldi. "Uyku Ülkesi" böyle otobiyografik bir sürecin ürünüdür. <o:p></o:p></span></p><p style="line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"> </span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong style="box-sizing: border-box;"><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">Kitabınızın distopya olarak nitelenmesine ne dersiniz bitmeyen bir distopyanın içinde yaşıyor olabilir miyiz?</span></strong><o:p></o:p></span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;">Ben distopyanın güncelle uğraştığını düşünüyorum. Eleştirel bir tavrı vardır distopyanın. Bugünü gelecek gibi anlatır. Bu nedenle "Uyku Ülkesi"nde inşaatların ve hastanelerin yarattığı döngü kesin bir biçimde eleştiriliyor. İnşaat yüzünden ormanları, denizleri, tarımı ve güzelim şehirleri kaybettik. Kapitalizm para hırsıyla bütün güzellikleri yok etti. Bu eleştirileri romanda lafı hiç eğip bükmeden söyledim. Rüyada gördüklerimizle gerçek bazen birbirine çok benziyor. Bu yüzden distopyada yaşadığımızı düşünüyorum. Fakat "1984" romanını sahneye uyarlamış bir yazar olarak orada yaptığım gibi distopyanın umutsuz olmasına katlanamıyorum. Pandora’nın kutusunu açıyorum ama içinde yalnızca umut bırakıyorum. "İyimser distopya" diye bir şey varsa bu benim tarzım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm;"><span style="background-color: white; color: #222222;"><o:p><span style="font-family: verdana;"> </span></o:p></span></p><p style="line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">‘Propaganda yaparsa sanat değersizleşir’</span></strong><span style="font-size: 13.5pt;"><o:p></o:p></span></span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong style="box-sizing: border-box;"><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;">Romanda çok incelikli, usturuplu bir politik eleştiri tavrı var. Bir yazar olarak tüm yaşananlardan bağımız sanat ile politika ilişkisinin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?</span></strong><span style="font-size: 13.5pt;"><o:p></o:p></span></span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;"><strong style="box-sizing: border-box;"><span style="border: 1pt none windowtext; padding: 0cm;"><br /></span></strong></span></p><p style="box-sizing: border-box; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span style="font-family: verdana;">Siyasi çıkarımlarla yazmayı hep yanlış buldum. Sanat yapıtı politik tutum içerse bile falanca siyasetin propagandacısı olamaz. Eğer propaganda yaparsa sanat değersizleşir. Sanat bir amaçtır, araç değil. Sanat metninde politik eleştiri yazmak kolay; sanatsal bir ifadeyi yakalamak ise çok zordur. Siyaset akılla ilgilidir, bildirisi açıktır. Oysa sanat duyuşlarla ilgilidir, bildirisi çağrışımsaldır. Siyaset falanca dönemde geçerlidir ve yarın değişebilir. Oysa sanat insanda kısa sürede değişmeyen temel özellikleri ele alır, o nedenle sanat yapıtları insana siyaseti değil insan olmayı öğretir. Sanatın görevi açıkça ders vermek değildir ve üstelik nasıl bir insan istediğini tarif etmez. Nasıl bir insan istediğini söyleyen sanat daha doğarken ölür.</span><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 13.5pt;"><o:p></o:p></span></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 13.5pt;"> </span></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span face="Arial, sans-serif"><span style="font-size: x-small;">6 Mart 2022<o:p></o:p></span></span></p><p style="font-family: "Times New Roman", serif; line-height: 19.5pt; margin: 0cm; vertical-align: baseline;"><span face="Arial, sans-serif"><span style="font-size: x-small;">Milliyet Kültür Sanat</span><span style="font-size: medium;"><o:p></o:p></span></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-63386680771631810072022-02-28T13:55:00.001+03:002022-02-28T13:55:20.154+03:00BETON ÇAĞINDA BİR UYKU ÜLKESİ<p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiVx_LJ8ZGl0ZigUmoi7raiWbo_haGvnb7fZ3pIgGb6gA2gl8sRwqgqHfw77Ho8hi5HQDBIhkw-wcT5qDOYI-NJIuSGShpIM4kiH4GklJg9CHlZaPsCChlFqgL4Ak_GID7DILdXUxb357cYjZGYpM2tO5Ym9CQs0_s0S127OSKOAI6RduDx3gvIWYyC" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="1944" data-original-width="2592" height="340" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiVx_LJ8ZGl0ZigUmoi7raiWbo_haGvnb7fZ3pIgGb6gA2gl8sRwqgqHfw77Ho8hi5HQDBIhkw-wcT5qDOYI-NJIuSGShpIM4kiH4GklJg9CHlZaPsCChlFqgL4Ak_GID7DILdXUxb357cYjZGYpM2tO5Ym9CQs0_s0S127OSKOAI6RduDx3gvIWYyC=w453-h340" width="453" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Berlin. Yahudi Soykırımı Anıtı. Brandenburg 2008 G.Korat</span></div><strong><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"><strong><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"><br /></span></strong></p><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"><strong><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"><br /></span></strong></p><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"><strong><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"><br /></span></strong></p>Irmak ADA<o:p></o:p></span></strong><p></p><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"> </span></p><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm 0cm 9pt;"><span style="color: #353535; font-family: Poppins;">İnsan, dünya üzerindeki tarihinin, bilhassa son iki yüz iki yüz elli yılında arka arkaya gelen bilimsel ve teknolojik gelişimlerle evvelden sır bildiği pek çok şeyin özüne vâkıf oldu. Edindiği bilgileri değerlendirerek bu pek çok şey üzerinde de büyük oranda hâkimiyet kurdu. Lakin onca bilimsel ilerleme ve teknolojik gelişmeye rağmen iki şeyin sırrına bir türlü vâkıf olamadı, ikisini de bir türlü kontrol altına alamadı: zaman ve rüyalarımız.<o:p></o:p></span></p><p style="background-color: white; font-family: "Times New Roman", serif; margin: 0cm;"><span style="color: #353535; font-family: Poppins;"><br />Belki de bu bilinmezlik yüzünden, rüyalarımızı hep ilginç bulur, kafamızda tekrar tekrar çevirir, onlara çeşitli anlamlar atfeder, gerçeklikle onlar arasında anlamsal bir bağ kurmaya çalışırız. Yorumlamak deyip geçtiğimiz, bütün bu çabaların toplamıdır. Hepimizin çevremizde kısa bir soruşturmayla elde edebileceği bir veri de hayatımızın zihinsel ve ruhsal olarak büyük sarsıntılardan geçtiği dönemlerde rüyaların da ilginçleşmesidir.<br /><br />Gürsel Korat’ın son romanı ‘Uyku Ülkesi’nde bizi on dört farklı rüyasına konuk ettiği anestezi uzmanı Sevda Kül’ün bu ilginç rüyaları da geçirdiği bir beyin ameliyatından sonra konuşma yetisini geçici olarak yitirmesiyle birlikte başlıyor. Sevda Kül’ün Nihal adındaki psikolog bir tanışına yazdığı mektuplar aracılığıyla anlatılan roman, birbirini takip eden ve tamamlayan rüyalardan oluşuyor. Rüyaların içeriğinden önce farklı zamanlarda görülen rüyalar arasındaki kurgusal tutarlılık dikkatini çekiyor Sevda Kül’ün. Ve tabii her rüyası, tek seyircisi kendisi olduğu için yayından kaldırılmış bir dizi gibi yarım yamalak hikâye kırıntılarına benzeyen okurun.<br /><br />Sevda Kül’ün gördüğü rüyalar oldukça sıra dışı bir yapıda, olağanüstü bir düzende seyretmesine rağmen atmosferi ve olayların özü, hiç değilse bu çağda ve bu ülkede yaşayanlar için öylesine sıradan ki rüyanın içindeyken bir rüyanın içinde olduğumuzu anlamadığımız gibi Sevda Kül’ün rüyalarını okurken de kendimizi kendi gerçekliğimizde zannedebiliyoruz. Uyku Ülkesi’nden vatandaşlık alıyoruz böylece. “Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa, oranın adı Uyku Ülkesi’dir” diyor zira karakterimiz.<br /><br />Yine roman boyunca pek çok kez, ana karakterimizin rüyalarını yazılı olarak aktarma tercihinin ve yazının kalıcılığının/ölümsüzlük aracı olduğunun altı çiziliyor. “Demek ki yazdıklarımız, konuştuklarımızdan daha derine işliyor. Güzel bir şey bu. Çünkü yazmak anlamaya iyi geliyor. Anladıkça yazdım ama yazdıkça da anladım” diyor Sevda Kül. O da anlatmak için değil, anlamak için yazanlardan. Konuşma bozukluğu olmasa da bu rüyaları yazacağını varsaymak mümkün.<br /><br />Toplumsal ve siyasi göndermelerin yoğunluğu ve Sevda Kül’ün rüyalarının tekinsiz atmosferi bir araya gelince, gerçeği ürkütücü derecede andıran distopik bir anlatının içinde buluyor okur kendini. İleride, tarihin konusu olduğumuzda yaşadığımız çağa gerçekten de verilmesi muhtemel bir isim olan ‘Beton Çağı’nda, rüyaların polisler tarafından izlenebildiği ve insanların rüyaları nedeniyle sorgulanabildiği bir evrende, çağımızın hemen hemen bütün dertleriyle dertlenen bir roman ‘Uyku Ülkesi’.<br /><br />Öte yandan, bu rüyaların bir diğer özelliği de o rüyalarda görülen karakterlerin de farklı rüyaların öznesi/gözü/yaşayanı olması. Bir rüyasını, rüyalarındaki üst komşusu Sait Kozan olarak görürken bir başka rüyasında aynı hastanede çalıştığı ve ameliyatından sonra onunla ilgilenen hemşire Serap Kasapoğlu olarak buluyor kendini. Bir yapı marketin montaj elemanı Sinan Koz yahut peşindeki polislerden biri olan Sakıp Kenger’in bedeninde gördüğü de oluyor rüyaları. Bu rüyaların, o karakterlerde de izler bıraktığını fark ettiğinde, “Hepimiz aynı rüyadayız, dedim ve sonra kendi kendime çıkarım yaptım: Hepimiz aynı rüyayı görüyorsak, iç dünyalarımız aynılaşmış demektir. Bu koşullarda düşünme, ortak düşünme olur. O halde hepimiz sürü haline gelmişizdir. Yani benim senden bir farkımın olmaması akla yakındır” diye yazıyor Sevda Kül ve romanın karanlık ama umudu gözden yitirmeyen atmosferi biraz daha yoğunlaşıyor.<br /><br />Daha çok tarihi romanlarıyla tanıdığımız Gürsel Korat’ın bu kez günceli ele aldığı bir bir kadın anlatıcıyla çağımızın ve toplumumuzun pek çok yarasına parmak bastığı son romanı ‘Uyku Ülkesi’, yazarın uzun yıllar sonra geri döndüğü Everest Yayınları tarafından yayımlandı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm;">Birgün Kitap 23.02.2022<br /><o:p></o:p></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-14741864428538699672022-02-24T00:11:00.004+03:002022-02-24T00:16:57.668+03:00Ayfer Feriha Nujen'in Uyku Ülkesi Röportajı T-24 <p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm 0cm 10pt;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 10.5pt; line-height: 16.100000381469727px;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 15pt 0cm 7.5pt;"><span face=""var(--font-family-header)", serif" style="color: #333333; font-size: 22pt;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiVbDScZ4kcb6s1q-wPOMskil9PKOeVp14JB27nxYBnAiU0SlpkFXIYVKgfoymIJeqMRUIm4PUq3SIt26VDHE2WsXGcPWLta8wvxiWfiCaypGvw5uHSYSX2Lh5LpDwZI4hU_VKJv1G5NuQvTvQ8C9r_1r1P_uIi-NanafHHbBxVcjHZkd9P8-ejvpkq" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="3024" data-original-width="4032" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiVbDScZ4kcb6s1q-wPOMskil9PKOeVp14JB27nxYBnAiU0SlpkFXIYVKgfoymIJeqMRUIm4PUq3SIt26VDHE2WsXGcPWLta8wvxiWfiCaypGvw5uHSYSX2Lh5LpDwZI4hU_VKJv1G5NuQvTvQ8C9r_1r1P_uIi-NanafHHbBxVcjHZkd9P8-ejvpkq" width="320" /></a></div><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 15pt 0cm 7.5pt;"><span face=""var(--font-family-header)", serif" style="color: #333333; font-size: 22pt;"><br /></span></p><span style="font-size: large;"><b>Gürsel Korat: Sanat yapıtları gündüz rüyalarına benzerler</b></span><p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; line-height: normal; margin: 15pt 0cm;"><span style="color: #333333; font-family: Roboto; font-size: large;"><b>"Belki de şu anda su kıyısında öten kurbağalarız ama kendimizi bir röportaj okurken görüyoruz. Ama nedense röportaj okuduğumuzu da biliyoruz." İşte Uyku Ülkesi'nin gerçekliği: Rüyalar yapmadığımız ama yapmış gibi bildiğimiz her şeydir<o:p></o:p></b></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #333333; font-family: Roboto;"><span style="font-size: large;"><b>Edebiyatımızın ve çağımızın dil işçisi, dik duruşu, dilimizin karizması Gürsel Korat ile zorlu bir sürecin ardından yeni yayınevi <i>Everest</i> etiketiyle yayımlanan yeni romanı <i>Uyku Ülkesi</i> ve rüyalar üzerine konuştuk. Yazar, insanların yeni bir dönem, yeni bir hayattan dünyaya yeniden bakma serüvenini anlatıyor. <i>Doktor Sevda Kül</i>'ün rüyalarında buluşmak üzere…</b></span><span style="font-size: small;"><o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: <i>Uyku Ülkesi</i> Everest yayın etiketiyle henüz yayımlandı. Bahtı açık olsun. <i>Uyku Ülkesi, Uyku Ülkesi’</i>nin içinde yazım süreci olan da bir kitap... Kitabın içinde kitap, rüyanın içinde rüya… Bu yüzden çok katmanlı bir metin inşası çıkıyor karşımıza. Bu kadar çok katmanlı bir metni gerçekte rüyalar bile birbirine karışabiliyorken tekrarlara düşmeden ve birbirine temas ettirmeden kurgulamak zor oldu mu? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Zor oldu, çünkü bir metni kurmak ve onu kurcalamak benim için artık eskisi kadar kolay değil; yazarken çok harf yanlışı yapar oldum, konuşurken sözlerimi bazen tam ifade edemediğim oluyor. Fakat yaşadığımı anlatma hırsı, açıklayabilme tutkusu bazen beni öyle bir ele geçiriyor ki, anlatmak yaşamaktan daha önemli imiş gibi görünüyor. Yaşamadan bazı şeyleri anlatamazsınız; bunu bilmek acıdır. Bu paradoksla yazmaya devam edersiniz. Neyse, romanı kurgulamak zaten zor, hele rüyaları anlatıyorsan elbette kurgusu daha da zor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Rüya Körü’nden sonra bu roman. Rüyalarla özel bir bağınız mı var?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><br /> <i>Rüya Körü</i> tarihsel bir fantastik kurguyken, <i>Uyku Ülkesi,</i> insanın rüyalarını anlatan güncel bir fantazya. İkinci olarak ise şunu söyleyebilirim: Böylesi fantastik yapıtların özelliği yaşamda pek karşılaşılmayan şeylerin romanda oluvermesidir: Uyku Ülkesi bu tanıma da uyar: Rüyalar bir olay örgüsüne dayanır! Bazen okuyucunun <i>acaba rüyalar böyle mi olur</i> diye şüphelenmesi en büyük dileğimdir.<b><o:p></o:p></b></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Üçüncü olarak belirtmeliyim ki, bu romanda yaşadığımız her şeyin bir rüya olduğu iddia edilmez. Tam tersine gerçek bildiğimiz, sahici zemindeki olaylar ilerler ve bunun sonucunda rüyalarda geçenlerin gerçekliğe benzediği anlaşılır. Bu durumda yapacak bir şey kalmamıştır, belki yalnızca umutlanabiliriz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Son olarak ise <i>Uyku Ülkesi</i>’nin iyimser bir distopya olduğunu söylemeliyim. İyimserliği bir parça umut içermesinden gelir, yoksa distopya iyimser olmaz. Rüyalar ve gerçekleri ayrıştıran aklımız, Uyku Ülkesi’nde bu ikisinin çok benzeştiğini fark ettiğinde, somut bir rüyadan ibaret olan romanı bir başka gözle görür. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Her son kitap bir ilk kitaptır benim için. Bir “son” olarak kalsın istemediğim için sanırım. Ciddi bir sağlık problemi yaşadınız yakında geçmişte, şimdi daha iyi olmanızı da dileyerek, <i>Uyku Ülkesi’</i>nin otobiyografik öğeler taşıdığını düşünebilir miyiz? Öyleyse bu süreci metne alırken birçok kitaptakinden daha farklı bir duygusal evrene girdiniz mi? Bu evreni metne dönüştürme sürecinizden biraz söz eder misiniz? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat:</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> Doğrusu önemli bir tehlike atlattım. Bu durum benim tıpla ilgili pek çok şeyi deneylememe ve öğrenmeme yol açtı. Konuyla ilgili kitaplar okudum, ameliyatları düşündüm, içimden geçen şeyleri ifade edemeyeceğimden ve hatta çoğu şeyi yapamayacağımdan korktum. Yaşamın sonuna varmak denen şeyi bir bakıma yaşadım ama sonunda “bu benim yaşadığım birinci gün” sözünü söyleyerek geri geldim. Çünkü günlük yaşamda rüyalarla gerçeği ayırmamıza karşın hasta olunca bunların iç içe girdiğini deneylemiştim, bunları içeriden anlatacak kadar bilgi sahibiydim ve yaşadıklarımı bir romana taşımak için çok önemli nedenlerim vardı. Niçin hastalanmıştım, tansiyonla ve beyin kanaması ile nasıl baş etmiştim, ameliyatta ve yoğun bakımda neler hissediyordum, bunları bilmek ve anlatmak iyiydi ama anlatmaya fırsatım alacak mıydı? Neyse ki trajediyle başladığım romanı kişisel bir trajedi olmaktan çıkararak bitirdim. Bilginin geç gelmesi trajedidir; <i>Uyku Ülkesi</i> başına geleni anladığında yapacak fazla bir şeyi kalmayan insanın acısıyla açılır ve bu insan rüyalar yoluyla hakikati deneyler. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Kitap gerçekten de son birkaç yıldır koronavirüs yüzünden artık herkesin rüyalarından başka gidecek yer bulamadığı ve insanlığın büyük bir çoğunluğunun kâbuslar gördüğü bir dönemin kitabı. Yani evrenin içinde insan, insanın içinde rüya başka bir evren midir? <i>Uyku Ülkesi,</i> bu evrene verilmiş isim midir?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Böyle bir şeyi bilgi olarak iddia edemem. Matruşka gibi sürekli olarak yeni rüyalara açılan ve <i>meğerki her şey rüyaymış </i>sonucuna varılan bir evren tasarlamış değilim. Fakat bir yandan da sorun çok açık. Gözle görülür bir yerde duruyor: Toplum durmadan üretiyor ve her seferinde ürettiği şeylere kuşkuyla bakıyor. Yenmemesi gereken şeyleri yediğimizi, ilaçlarla kirletilip kirletilmediğimizi bilmiyoruz, giydiğimiz şeylerden hastalanabiliriz. Hep üretim var. İhtiyaçlar sınırsız. Her şey üretim ve hep daha fazla üretim için. Dünyanın merkezinde para duruyor. Bir yandan kışkırtılmış tüketim, bir yanda azdıkça azan bir üretim sürecini yaşıyoruz. Amacımız insanca bir yaşam biçimini düşlemek değil. Daha zengin olmanın mutlulukla ilişkisi kurulmuş ve bu yanlış bilgi öylece devam ediyor. Oysa biliyoruz ki mutluluğun kişisel zenginlikle değil toplumsal yarar üretmekle ilgisi var. İşte günümüz: İnsan öldürerek var oluyor. Başka canlıları yok ediyor. Yiyip tüketiyor. Çoğalıyor ama diğer şeyleri azaltıyor. Bunun bir sonu olmalı. Malthus amiyane deyimle “Ne olacak bu nüfus artışının sonu?” diye sorunca haklı olarak alaya alındı ama nüfus yoğunluğunun zamanla sorun oluşturacağı açıktı. Dünya sınırsız sayıda insanın yaşayacağı bir yer değil. Garip ama dikkatimi çeken şey şu: New York tüm dünyaya ihraç edilen bir model olarak orada öylece duruyor. Sayısız ülkede inanılmaz gökdelenler var. Bu gökdelenler krediyle yapılıyor. Yeni sömürü düzeninin kredi vererek inşaat yaptıran ve bunun yanısıra hastanelerin inşaatına da hız veren bir banka sistemi olduğunu görmek gerekir artık. Bir distopyada yaşıyoruz; tüm dünya böyle. Sonunda bu dünyayı mahvedeceğiz. Dünyanın sonunu konu alan filmlerin artması bu distopik rüyanın arttığı anlamına gelmiyor mu? Sanat yapıtları gündüz rüyalarına benzerler; bir kabusu sürekli yaşıyoruz ve Uyku Ülkesi yalnızca bize anımsatıyor, o kadar.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Kitabın ilk cümleleri şunlar: <i>Üç ay kadar önce yere düşen kalemimi almak için eğildim; enseme doğru bir akıntı oldu. O anda beyin kanaması geçirmişim.</i> Sadece karakter için değil, onu yaratan yazar için de “kalemin yere düşmesi” muhtemel bir son olabilecek iken başlangıç oluyor. O başlangıç duygusunu metne ilk girdiğiniz anı tarif edebilir misiniz?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat:</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> Her yazar okuyucuya “Bakın ben bir şey anlatacağım, konusu da şu” diye söyler. Kimileri benim gibi daha baştan yapar bunu; kimileri de okuyucuya bırakır. Fakat diğer bölümü kişisel durumumla ilgili: Hastalığı anlatan romanlara pek rastlamayız; bu benim için önemli bir deneyim oldu. Gördüğü halde göremeyen, düşündüğü halde konuşamayan insan konusunu çoktandır düşünüyordum, hatta yıllar önce felçli bir insanın trajedisini yazmıştım. Şimdi içeriden bakacaktım, yürümek isteyip de yürüyemediğim, ağrılar içinde kıvranıp da ağrısız yaşama şaştığım zamanları anlatacaktım. Hastalık duygusu nasıl, ameliyattan sonra, yoğun bakımda hasta ne yaşar da ajite olur, insan bu durumda kendisini nasıl algılar, zamanı nasıl değerlendirir? İşte bu gibi sorularla yola çıktım ve <i>rüyanın zamanı belirgin olmadığına göre bu romandaki zamanı nasıl kurgulamalıyım</i> sorusu metne ilk girdiğim yer oldu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Anlatıcımız, kahramanımız <i>Doktor Sevda Kül,</i> bir anestezi uzmanı. Yani anestezinin etkilerini bildiğinden rüya halini gerçekten ayırma bilgisine sahip. Duyumsamalarla gerçeklik arasında gidip geldiği zamanlarda kendini, çevresini sorguluyor. Sadece kendi hayatını değil, bütün bir dünya düzenini sorguluyor. Bu aslında sahip olduğu bilgilerin de etkisinde olduğunu mu gösteriyor? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat:</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> <i>Uyku Ülkesi</i> sorgunun ötesinde bir yerde duruyor, bir yanıtı var. Okudukça kitabın oluşma gerekçesini anlıyoruz: Doktor Sevda Kül rüyalarını kurgulamadığını, olanı olduğu gibi yazdığını söylüyor. Kurgularsa palavra sallayan roman yazarlarına benzeyeceğini belirterek toplumsal yaşantıyla rüyaların denk olduğunu hissettiriyor ama sonra “Belki bu da başka tür bir hezeyandır” diyerek geri çekiliyor. İçinde yaşadığımız dünyanın ve şehirlerin hastalıkla doğrudan ilişkili olduğunu söyleyen bir doktorun çığlığını duyurmak için çok doğrudan bir yöntem oldu bu. Akılla konuşan, hiç boş söz etmeyen bu doktor ateşten bir gömlek giymişe benziyor: Hem kadın hem anne ve hem de boşanmış bir insan olarak yaşamının dehşetini bize iletiyor. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Kadın dediniz..</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="background-color: cyan; font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat:</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> Evet ona geliyorum, kadın kahramanın erkekler tarafından derinlikli olarak anlatıldığı bu romanda şüphesiz erkekler de var ama toplumsal bakımdan pek iyi bir konumda değiller. Yazar olarak kendi cinsim aleyhine konuyu ters çevirdim. Toplumu yönetenlerin tacizinden, yanlış anlaşılan tacizciye kadar erkeklik hallerini ele aldım. Anlatıcı olarak yazarın tanrısallığını yalnızca olayları birbirine bağlarken kullandım ve toplumu yöneten erkek hegemonyasını daha çok rüyalara yanaştıkça gördüm.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Rüyalarımız bir nevi kara kutumuzdur da, doğru mu? Bir yerde rüyaların ele geçirilmesine satır göze çarpıyor. Yenidünya bugün bu konularda da ayrıca çalışıyor biliyorsunuz. Biz zaten rüyalarını başkalarına anlatmadan rahat etmeyen bir toplumuz, ama bazı rüyalar bilirsiniz işte. Sadece bu satırları kurgularken bile bunun gerçekleşme ihtimalini düşündünüz mü? Rüyalarımızı ele geçirebilirler mi? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Özellikle rüya ile yaşamın benzerliği, rüyaların bir örnek olma olasılığı konusu beni çok düşündürdü. <i>Şehirler benzeştikçe, yaşam standartlaşıp rüyalar da benzeşebilir</i> diye düşündüm. Böyle bir şey olmaz ama bir distopya olarak değinmeyi gerekli buldum. Bu durumu bilgisayar oyunlarıyla ilgili bölümde gösterdiğimi sanıyorum: Dünyanın para ve şirket yönünden tekleşmesinin, kişiye tapmanın, çevre yağmacılığının, hepimizi benzer bir acıya götüreceğini gizliden gizliye iddia ettim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Kitapların en sevdiğim yanı insan ruhunun, karakterinin bastırılmış, gizlenmiş halleri ve özellikleri üzerine ayrıntılı bilgiler içermesi. <i>Uyku Ülkesi</i> fazladan felsefi ve psikolojik açıklamalar da içeriyor. Bir hasta ile yakını arasındaki ilişkinin ortamdan ortama değişmesi, herkesin birbirini çok iyi tanımasına rağmen birbirlerinden duygularını saklaması gibi örneğin. Aslında herkes herkesin ne hissettiğini biliyor, fakat insanlar neden gizlerler birbirlerinden duygularını?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Bu soru çok ilginç. Başkalarıyla ilişki içindeyken bile kendi başımıza olduğumuzu biliriz. İnsan daha çok, yalnız bir varlıktır. Belki de bu yüzden duygularımızı aslında en çok kendimiz biliriz, başkaları yorumlar. Bu yorumlar doğru olsa bile hakikat başka bir katman daha içerebilir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Rüyalarımız uyanık zamanlarımızın bastırılmış zamanlarından hatırladıklarımız mıdır? Hayalen anımsadıklarımız ya da hayalini kurduğumuz anlarla ilişkili midir? Kitapta diyorsunuz ki, <i>Rüyalarımda belirsizlik yerine bilmek önde duruyor. Ne zaman uyusam içimde başka bir bakış odağının etkinleştiğini fark ediyorum. </i>Yani bulanık bir zihin (bu bir travma etkisi de olabilir) daha derin sorgulamalar yapabiliyor ve farkında kendisinin. O halde bulanık bir zihin daha berrak bir zihin midir? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Bazen. Dilbilim Profesörü Sait Kozan’ın tekil sözcük bulamaması bir rüya ama bu rüya yüzünden içimizde bir katman açılır: Rüyaların yapısının değiştiğini “Bir örnek” kavramıyla açıklayan bu kişinin durumu çok eğlencelidir. Ayrıca zamanın filmler aracılığıyla tartışıldığı bölümde “geçmişin, geleceğin ve şimdinin aynı noktada buluştuğu tek yerin” sanat yapıtları olması bana yazarken çok mutluluk verdi, umarım siz de aynı zevki yaşamışsınızdır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Freud (kendisi kitaptaki biri ayrıca) insanların gördüğü rüyaları tipik rüyalar olarak tanımlar. Psikanalist yaklaşıma dayanarak rüyalardan elde edilen bulgularla rüyaların gizli ve açık içerikleri olduğunu söyler. Endişe ve sevinç duyguları bunların içeriğinin ne olduğunu ortaya çıkarır. Fakat bazı rüyaların bunun dışında kaldığını düşünüyorum. Bu rüyalarla ilgili bir bilgiye sahip değiliz tabii. Siz de, “Rüyada gördüklerimizle gerçekten gördüklerimiz aynıysa?” derken, bu tipik rüyaların dışındaki rüyalardan mı söz ediyorsunuz? <o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat:</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> Rüyalar konusunda modern psikolojinin bakış açısından başka bir şeyi geçerli görmediğim için onu bozmaya çalışmadım, tam tersine bilim insanlarının olgularla yüzleşmesi benim için itici bir güç oldu. Daha önce de söylediğim gibi rüya övgüsü ya da yergisi yapmak ya da romanı masal olarak tanımlamak bana göre eylemler değil. Bunlar romandan çok kahramanın yolculuğunu ele alan erken örneklerdir ve eril bir ses tonundan konuşur. Oysa günümüzde anlatıcının cinsiyet, ırk ve din tanımlarının ötesine geçmiş kollektif bir nötr cinsiyet olması gerekir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Distopik bir kitap <i>Uyku Ülkesi</i> evet, ama sahih bir rüya gibi de. Ülkenin hali, dünyanın hali derken bu ülkenin ve dünyanın gündemini, yeni biçimini, yasalarını da aktarıyorsunuz. Hani bir iç dünyamız var deriz ya hep, oradan bakarız dışımızdaki dünyaya. <i>İlk Rüya’</i>da bütün bunlar mı rüyanın içine işliyor yoksa aslında rüyalarımız mı dışımızdaki dünyanın içinde sürüyor?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Bunu deneyimlemek okura kalsın.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Yukarıda kitabın içinde kitap rüyanın içinde rüya demiştim anımsarsanız eğer. Gerçeklerle rüyaların aynı olma ihtimalinden de söz ettiniz. Bunun benzeri bir durumu da şöyle gördüm sanırım. Otobiyografik öğeleri olan Uyku Ülkesi’nin yazarı bir erkek, ama kitabın içindeki kitabı yazan bir kadın ve gördüğü rüyalardan birinde bir erkek oluyor. Bu bir sirkülasyon mu metin içinde yoksa aslında biz burada yazarın kendisini mi görüyoruz, bir anlığına da olsa?<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Cinsiyet davranışları öğreniliyor, doğuştan getirilmiyor. İnsan cinsel durumunu yaşadığı dönem ve kavrayış ilişkileri içinde değerlendiriyor. Uyku Ülkesi’nde benzer bir şeyden hareket ediyorum: Rüyada hiç olmadığımız şeyleri oluruz. Bazen yaşlı bazen çocuk; ama hep kendimiz olarak varızdır. Ben çubuğu biraz daha büküyor; benlikleri çarpıştırmanın ve empatiyi artırmanın bir yolu olarak kendini karşı cinsten biri olarak gören, rüyadaki evladını seven bir insan tasarlıyorum. Bunun romanda hiç unutmadığımız karakterleri sevmekten ne farkı var? İnce Memed, Goriot Baba yahut Macbeth bir düş kişisi değil mi? Ben bunu modern çağdaki sorunların içine yerleştirdim, hepsi bu.</span><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: Bu soruyu size mi sormalıyım yoksa <i>Doktor Sevda Kül’</i>e mi bilemiyorum. ) Kitap boyunca polisiye de okudum, bir bilim kurgu da aynı zamanda. İnsan beyninin ve ruhunun ortak bir hafızası olduğunu ve orada aslında ne kadar çok bilgiye sahip olunabileceğini de. <i>Veda</i>’da, gerçeği kavramanın yolunun rüya görmek olduğunu söylüyor <i>Doktor Sevda Kül.</i> Bu bilgi ne zaman geçerli bir bilgi haline geliyor peki? Ve biz bundan nasıl emin olacağız?</span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">G.Korat: </span></b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">“Emin olamadığımız tek şeyden emin olmalıyız” desem geçerli bilginin yalnızca rüya görmekle mümkün olabileceğini söylememizde bir sakınca olmazdı. Bu durumda ilkçağ şüphecilerine benzerdik. Oysa kitabın sonlarına doğru insanın yalan söylemeyi rüyalardan öğrendiğini anlatan ve bilgeleşen Doktor Sevda Kül’ün önündeyiz: “Rüyalar yapılmamış yapılı şeylerdir” der. Ayrıca rüyalarımızın endişelerimizle ilgisini göstermek için “onların henüz yaşamadığımız gerçeklikler” olduğunu söyleyerek bir adım daha atar. Böylece bilme yolunun “Emin olduğumuz şeylerden bile şüphelenmek” olduğunu anlar ve Sevda Kül’ün ülkesine gideriz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">A.F.Nujen: “Kitap bitince rüya bitiyor mu, nasıl bitiyor?” Söylemeyeceğim, ama okuyanlar için kitap bitince başka bir şey başlayacak. Beni kırmadınız, yanıtladınız. Teşekkür ederim.<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Septikler gibi şaka yollu bir yanıt vereyim ama herkes gerçeğin başka türlü olduğunu (böylece uyanıkken de rüya gördüğümüzü) düşünsün: “Belki de şu anda su kıyısında öten kurbağalarız ama kendimizi bir röportaj okurken görüyoruz. Ama nedense röportaj okuduğumuzu da biliyoruz.” İşte Uyku Ülkesi’nin gerçekliği: Rüyalar yapmadığımız ama yapmış gibi bildiğimiz her şeydir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Uyku Ülkesi’ni okuyup bu incelikli soruları bana sorduğunuz için asıl ben teşekkür ederim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">T-24 <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px; margin: 0cm; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">20 Şubat 2022</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><br /><br /><o:p></o:p></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-6258618995820313342022-02-02T11:39:00.000+03:002022-02-02T11:39:19.016+03:00HER ŞEY RÜYALARA KALDI<p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 14.266666412353516px;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEirozhqCX0if7v-wm39dDtqHCjyuPMOCG2ohytsgdI42U9Cq-UegXDBv5k4D8UK3nj3el3BhEOCo3M0eZ9sk3nIdygjcvSaiMna79CLSx128jF8LTMjvKnNjuutOT1VF_pEortQ_u5B9nh10W2SXlcz7IIdqEJNtAe-63ItbbaHI1_DefzT5tx0xg2K=s2293" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2293" data-original-width="1582" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEirozhqCX0if7v-wm39dDtqHCjyuPMOCG2ohytsgdI42U9Cq-UegXDBv5k4D8UK3nj3el3BhEOCo3M0eZ9sk3nIdygjcvSaiMna79CLSx128jF8LTMjvKnNjuutOT1VF_pEortQ_u5B9nh10W2SXlcz7IIdqEJNtAe-63ItbbaHI1_DefzT5tx0xg2K=w444-h640" width="444" /></a></div></div><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Uyku Ülkesi'nin Kapağı Kardelen Akçam tarafından yapıldı.</span></div><br /><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 14.266666412353516px;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><i><span style="font-size: 12pt; line-height: 17.1200008392334px;">Gürsel Korat son romanı Uyku Ülkesi’nde ülke ve dünyadaki güncel sorunları merkeze alıyor. Korat “İyimser olmamalıyız. İnsan hasta, şehirler hasta, dünya hasta” diyor.<o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 14.266666412353516px;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 14.266666412353516px;">ÜMRAN AVCI<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Rüyalar üzerinden beynin labirentlerinde dolaşıyor okur. Bu kitabı hazırlarken bir rüya defteriniz oldu mu? Ya da tutar mısınız?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Çok defterim var ve birçoğunda rüya notlarım bulunur. Freud, okuyanların ve yazarların bunu yapmasını iyi bulur. Bir zamanlar rüyaları anlamanın yazarların işi olduğunu yazmıştım. Rüyalarımı çok düşünürüm. Bilirim ki onlar yaşadıklarımın biçim değiştirmiş ve simgeleşmiş bir halidir. Hepsi önemlidir benim için. Aldığım notları çözümlerim. Zaten rüyayı anlamadan rüya üzerine yazmak olanaksızdır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Uyku ülkesi, rüyalar mı? <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">“Uyuyor musun?” diye sorulduğunda “Uyku ülkesindeydim” diye yanıt vermek güzel bir şey. Ama elbette Uyku Ülkesi bundan fazla bir durumu içeriyor. Uyku Ülkesi romanı bir rüya güzellemesi değil. Rüyalar şöyle iyi böyle iyi demiyorum. Tersini de. Yahut onların bir masal gibi bir şey olduğunu da savunmuyorum. Boş yere, temelsiz bir masal övgüsü ve rüya güzellemesi yapmanın gereği yok. Rüyaların bedensel aktivitenin bir sonucu olduğu aklımda: Rüya gerçekliğin başka bir izdüşümüdür.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Pandemi döneminde geçen bir roman. Bir yandan da Türkiye ve dünya üzerine bir distopya… Hikayedeki felaket senaryoları üzerinden gitmek istiyorum. Roman bir anlamda dünya dertlerine ağıt. Müsilajdan küresel ısınmaya pek çok meseleye dokunmuşsunuz. Ve önemli bir de tespit var: Dünyamız daha hasta… <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Distopyaların bir özelliği umutsuz olmaları ve çıkış yolu tanımamalarıdır. Bu açıdan Uyku Ülkesi bu tanıma genellikle uyuyor. Son bölümünde -ki sürpriz noktasında- yine de umutsuz olmamak gerektiğini düşündüğüm için okura bir açık kapı bırakıyorum. Bunu biraz da halen yapılabilecek bir şeyler olduğunu düşünmekten ötürü yaptığımı söylemeliyim. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Çevre sorunları iyimser olsak da bizi hasta etmeyi sürdürüyor…<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Evet. Doğru bu. Şunu düşünmeliyiz: İnsanın fiziksel rahatsızlığı ile dünyanın hastalığı arasında bağ kurmak -her türlü komplo kuramının ötesinde- yazarın işi olmalı. İnsanlar sanatın sarsıcı gücüyle durup düşünmeliler. Zaten bütün bunları haberlerden biliyoruz ama roman olarak elimizde duran şey bizi kuşkuyla yerimize mıhlıyor. İyimser olmalıyız ama hiç de rahat olmamalıyız. Dünyamızda pek çok sorun var, madenler, ormanlar ve denizler mahvoluyor, insan enerji üretme biçimleriyle doğal olanı dışlamış durumdalar. Rahat yaşamak arzusu, doğaya karşı sorumsuzluktan başka bir şey değil. Yaşama ilkemiz çok basit olmalı: Doğal dengeye zarar veren her üretim malı konforlu bile olsa engellenmeli. Dünya hasta, şehirler hasta, dolayısıyla insan da hasta. Aynı cümleyi tersinden de kurabiliriz: İnsan hasta, şehirler hasta, dolayısıyla dünya da hasta.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Rüyalardan birinde sular elli dört metre yükselmiş. Pek çok kıyı yerleşimi sular altında kalmış. İstanbul’da Kadıköy, Üsküdar, Sarayburnu artık tarih. Dalgalar Galata Kulesi’ne ulaşıyor. Tarihi ya da bilimsel olayları edebiyat eliyle anlatırken bıraktığı etki çok daha fazla oluyor. <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Her gün kuzey kutbundaki buzulların eridiğini görmekle geçirmiyor muyuz? Buradaki kutup ayılarına acımaktan öte bir sorun yaşadığımız açık: Dünyanın dengelerini değiştiren bir şey önündeyiz ve para kazanma hırsı her şeyin ötesine geçmiş durumda. Dünya karbonla kaplanıyor ve biz uçakların sayısını çoğaltmakla meşgulüz. Oysa yakında belki de hiçbir havaalanını kullanamayacak durumda olacağız. Barajlarla tarihin üstünü kapatıyoruz, oysa pek yakında böyle bir iklimde zaten yaşayamaz hale geleceğiz. Sular çekiliyor, ormanlar yok oluyor, yapılan yollardan zaten geçen olmayacak. Geriye kalan üç beş kişinin bu inşaattan para kazanmasından başka bir şey olamayacak. Herkes bilmeli artık: Tüm dünya inşaatlara verilen kredilerle sömürülüyor. ABD tüm dünyaya New York’u ihraç etti. Petronas kuleleri, Abu Dabi, Pekin, Bombay, Singapur, Tokyo ve geri kalan bir sürü büyük şehir inanılmaz bir üst üste yaşam cehennemi oldu. Buna uzun zamandır ben de yazdıklarımla dikkat çekiyorum. Ama sanırım para tatlı. Her şey rüyalara kaldı. Fakat birinin rüyalarda da distopya olacağını söylemesi gerekiyordu. Uyku Ülkesi ile ben söyledim.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Roman kahramanı ve karakterlerin tamamına yakını kadın. Kadın bakış açısı anlamında epey empati kurmuşsunuz belli ki. <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Roman yazarları genellikle kendi cinsini yazıyor. Tarihimizde roman genellikle eril bir iş ve kadın bedenine güzelleme yapma alanı gibi görünüyor. Şiir tarihimiz eril olduğundan romana da bunu tutkuyla uygulayan bir tarz yaşıyoruz. Bu aksi talihle uğraşmak gerekir. Başka bir cinsiyeti yazmak meydan okumak gibi bir şey olmalı. Zaten romanda yazarın nötr cinsiyet içinde olması gerektiğini çok defa belirttim. Bu nedenle de bu romanda bir kadını başkahraman yaptım. Kadını yazdım. Eril dille roman yazma tarihine meydan okuyarak, erkek merkezli tarihi ve cinsiyetçi kodları yıkarak yazmanın bugün için çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Edebiyatta bir devrim arayanlar buyursunlar, önce devirmeye cinsiyetlerden başlayalım. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Serap Hemşire üzerinden kadınların uğradığı cinsel istismar olaylarına bir gönderme de var.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Bu romanda Serap’ın çok güzel olduğunu hiçbir bedensel özelliğini tanımlamadan anlatarak değişik bir yol izledim. Cinsel uyaranlarla kadın bedenini bir arada tanımlamanın eril bir nitelikte olduğunu düşündüğüm için bu benim için devrimsel bir nitelik taşıyor. Kadın bedeni erkek yazısı için çok işlek bir alan. Güzelliği anlattıkça bunda bir sorun yok ama kadının iç dünyası belli olmadıkça ve yalnızca bedeni anlatıldıkça dehşetli bir sorun var. Unutmayalım ki roman okuyoruz, erkek erkeğe muhabbet etmiyoruz. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Bir de bu romanın mottosu olarak gördüğüm uyku ile rüyanın benzeşmesi konusunu ele alsak..<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Doğrusu siyasi, ahlaki bakımdan olduğu kadar düşünsel açıdan da bu konuyu irdelemekte yarar var. Özlüce evet, hepimiz rüyada olabilen şeylerin gerçekte olduğu anlar görüp şaşıyoruz. Bu romandaki yaşantıların bilinçli olarak hissettiğimiz her şeyden oluştuğuna şüphe yok. Dolayısıyla uykuda yaşadıklarımızla gerçekte olanlar birbirine bu kadar benziyorsa kaçınılmaz olarak uyku ülkesinde yaşadığımız ortaya çıkıyor diyebiliriz.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Başkarakter Sevda Kül de bir doktor ama onun branşı ilginç…<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Evet anestezi uzmanı. Yani, uyku ile ilgili. Rüya gören kahramanımızın bir doktorken hastaya dönüşmesi zaten temel sorun. Olay bu çatışmayla açılıyor. Tedavi sürecinde sürekli olarak uyuyor, uyutuluyor ve rüya görüyor. Nihal adındaki psikiyatri uzmanı arkadaşına mektup yazarak durumu anlatıyor.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>“İnsan beş duyusunun yorumuyla yaşar” diyor roman kahramanı. İnsanın iyi veya kötü yapan duygulardan hangisinin ağır bastığıyla ilgili önemli bir saptama. <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Tıpkı rüyanın içeriği ile görünen anlamının farklı oluşu gibi. İnsan beş duyusunu bilir ama ona nelerin etki ettiğini bilmez. “Normal yaşam” budur. Oysa edebiyat normal olanın anormal yanını işaret etmekle ilgilidir.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Romanda klasik eserlere bir saygı duruşu var. Okuru yeni okumalara teşvik edici de bir eser. “Rüya Körü” romanınıza da bir selam çakma var.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Edebiyat yapıtlarında diğer edebiyat yapıtlarına göndermelere pek rastlanmaz oldu. Eski edebiyatta bu var. Yalnız selam çakmakla yetinmeyip diğer kitapların içimizde uyandırdığı heyecanı da dile getirmek durumunda olmak gerekir. Anlattığım rüya kitabı olmasaydı bunu çok daha açık, dolaysız yapardım herhalde.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>“Yazdıklarımız, konuştuklarımızdan daha derine işliyor” diyor anlatıcı. Bir başka yerde de “Yazmak anlamaya iyi geliyor” değerlendirmesi var. Yazının önemi ve etkisi üzerine konuşalım isterim biraz da.<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Yazı yazarak daha iyi konuşma öğreniyoruz. O yüzden sokak diliyle okumuş yazmışın dili ayrı. Bir kitabı yazıp not alırsam, bir seminere hazırlanırsam, başka bir dili öğrenmek için çabalarsam hep yazıyorum. Bu nedenle yazarak kendimizi daha iyi ifade ettiğimiz sonucuna varıyorum. Saygı duyduğum yazarların bir ikisinin konuşma özürlü olmasından anlıyorum bunu. “Dil otu yemiş” bazıları ise tek satır yazamıyor. Bütün bunlardan yazı yazmanın ve konuşmanın ikisinin de iyi olmasının ne hoş bir bileşke olduğu sonucuna varıyorum.<b><o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><b>Roman kahramanı Sevda Kül, “Yazıyı yazan kişi Tanrı’yla özdeştir. Dilediği şeyi yazarak yaratır, silerek yok eder” diyor. Yazarlığın bu tarafını konuşayım istiyorum. <o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Optik kuralları gereği bakan kişi, anlatan kişidir. Resim, heykel, oyun, sinema ve yazı böyle. Tüm sanatlar böyle yani. Dolayısıyla yazıyı yazan kişi, o evrenin kurucusu, tanrısıdır. Silerse yok eder. Yazarlık ve kurmaca tam böyle bir iş. Yazı yazıldığında genellikle başımızdan geçen olayların olduğu gibi anlatılmasının doğru olduğuna dair bir yaklaşım içinde oluruz. Oysa sanatsal gerçeklik yaşam parçalarıyla örülmüş ama yaşamdakine benzemezliğiyle ayrı, kendine özgü bir gerçeklik olmadıkça anlatılan hikaye boşluktadır. Gerçek yaşam bizimdir, orada sanattan parçalar vardır ama o kendine özgüdür. Sanatsal gerçeklik de böyledir, onda gerçek yaşamdan parçalar vardır ama o da kendine özgüdür.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Milliyet Sanat <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 15.693333625793457px; margin: 0cm 0cm 8pt;">Şubat 2022<o:p></o:p></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-32761000107987591362021-12-09T11:55:00.000+03:002021-12-09T11:55:00.170+03:001960 Yılından Bir Mektup<p><br /></p><p><br /></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-URdGeQajs4U/YV2K_0VtwBI/AAAAAAAAEng/FKBpgUWTgjkoffnEQVFPbZYjbDL9csQCgCLcBGAsYHQ/s1063/altin%2Bulke_gursel%2Bkorat-1.tiff" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1063" data-original-width="639" height="640" src="https://1.bp.blogspot.com/-URdGeQajs4U/YV2K_0VtwBI/AAAAAAAAEng/FKBpgUWTgjkoffnEQVFPbZYjbDL9csQCgCLcBGAsYHQ/w384-h640/altin%2Bulke_gursel%2Bkorat-1.tiff" width="384" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">1965'te annem ablam ve ben, bir de oğlak var, hepimiz Caferbey Mahallesindeki Erciyes İlkokulu'nda, babamla birlikteyiz.</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></div><p></p><p>Babamdan kalan, daktiloyla yazılmış bir mektubu burada yayımlamaya karar verdim. Araya karbon kağıdı konularak yazılmış, elimdeki nüsha ikincisi. Yazdıklarından anlaşılacağı üzere bu mektup 27 Mayıs askeri darbesinden sonra Demokrat Partili bir arkadaşına gönderilmiş. Ben doğmadan 19 gün önce. O yıllara ilginç derecede, içeriden tanıklık ettiği görülüyor. Şüphesiz "partizanlıkla" suçladığı arkadaşı kadar olmasa da "partizan" sayılabilir. Bazı daktilo yanlışları yapmış, bunları düzeltim ama mümkün olduğunca dil yanlışlarına bağlı kalmaya çalıştım.</p><p></p><p><span style="font-family: courier;">Sayın Ali İhsan 18 Haziran 1960</span></p><p><span style="font-family: courier;">Köye geldiğimde ilk gün hariç diğer günler bana karşı durumunuz dargın olduğunuzu gösteriyordu. Tabii bu dargınlığınızı, atölyenize kadar vardığımda bana ilgi göstermeyişinizden anlamıştım. Ama niçin dargın olduğunuzu bilemiyordum. Bir gün sonra onu da öğrendim: Nuri Yaşar'a "hoşgeldiniz, gözünüz aydın" dediğime kızmışsınız. Başka bir kabahatim olmasından korkuyordum, çok şükür kabahatimin bu olduğunu öğrenince sevindim.</span></p><p><span style="font-family: courier;">Şunu söylemek lazım ki, Nuri senden büyük, çünkü "âbi" diyorsun. Akraban olduğu için hoşgeldine gidiyorsun. Aynı zamanda bacanağın olduğu için bir sevgi besliyorsun. Nuri bana ancak ve ancak yakın ve samimi bir arkadaştan öte bir şey değildir. Nuri ve ben siyasi fikirlerimiz aynı olduğu için ve o yolda türlü meşakkatler çektiğimiz için yahut aynı yolda meşakkat çekenleri gördüğümüz için 27 Mayıs 1960 cuma günü Demokrat kodamanlarının hâl edilmesi şerefine Nuri Yaşar'a <i>gözün aydın</i> demişim. Bu mu kabahatim? <i>Gözün aydın</i> dediğim kimse sizin sevmediğiniz biri mi yoksa düşmanınız mı? Değilse düşmanlık niçin? Bu kadar partizanlık doğru mudur bilmem? 1957 senesi seçim arefesinde Muzaffer'in evinde otururken bana "Demokrat Parti'ye dön sana bir kat elbise yaptırayım" demiştiniz. Partizanlığınızı o zaman anlamıştım ama gün ben size darılmamıştım. Dün benim şerefimi bir kat elbisenin ayarına indiren kimsenin bugün Nuri Yaşar'a <i>gözün aydın</i> demesine kızmaması lazım gelirken arada başka bir sebeb mi var? Son günlerde partizanlığınız daha da artmış durumda idi çünkü "memlekette hürriyet yok" dediğimiz zaman bir an sinirlenerek "canım nasıl hürriyet yok, hürriyet olmasa... diye başlayıp memleketteki Vatan Cephelinin hürriyetinden bahsediyordun. Evet memleketteki bazı mahdut kişiler hürriyet sahibi idiler. Ben de sana bir mahdut kişinin hürriyetinden bahsedeyim: Evet sizce hürriyet olmasaydı 6 Şubat 1960 günü gece saat 12'de Deli Hacı kendi gibi birkaç Vatan Cepheli ile birlikte sâbık reis Hidayet Karagöz'ün yakasından tutar, sallar, dişlerini şakırdatabilir miydi? Evet hürriyet olmasa, zamanın parti başkanı, mazisi herkesçe bilinen Kır Mevlit, çalışkan bir nahiye müdürünü köyden atabilir miydi? Birçokları memleketlimiz olan öğretmenleri şikâyet ederek köyden attırmak için çalışabilir mi idi? Hürriyet olmasa: Millet Partisi başkanı Sayın Osman Bölükbaşı köye geldiğinde onu konuşturmamak için elinden gelen gayreti gösterebilir miydi? Siz marangoz ustası idiniz, ama o hürriyeti gasp etme ustası mı idi? Evet, hürriyet olmasaydı: Demokrat Partiliyim diyen bakkal, mesela Halil İbrahim Kâhya'nın Ömer ile Küp Ömer'in Mevlit gibilerin dükkanına kara kilit asılabilir miydi? Hürriyet olmasaydı: Belediyeye milletin ihtiyacı için gelen camdan Demokrat vatandaş bol bol alırken Şık Bekir, Eyüp Çavuş'un Yusuf ve Nazmi Sağlamöz belediyeden kovulur mu idi? Evet hürriyet olmasaydı: "Ben İsmet İnönü'ye sövüyorum, sen de Celal Bayar'a söv de göreyim" diyen adam cezasız kalırdı idi?</span></p><p><span style="font-family: courier;">Bu mu Demokrat Parti'nin hürriyet anlayışı? Nasreddin Hoca'ya "Hoca sana yüz tane sopa vuracağız" diyen zamanın kadısına hoca: "Aman kadı efendi ya sen sopa yememişsin yahu da sayı saymasını bilmiyorsun demiş. Sayın Demokrat vatandaşlar ya hürriyetsizlik görmemişler yahut da manasını anlayamıyorlar.</span></p><p><span style="font-family: courier;">Köyümüzden bazı Demokrat vatandaşlarla konuşuyorum, <i>artık Demokrat Parti öldü, biz de Millet Partisine geçeriz </i>diyorlar. Bilmem hangi yüzle? </span></p><p><span style="font-family: courier;">Size efsaneden bir misal anlatayım: Bütün insanların Adem'den sonra ikinci babası olan Nuh Aleyhisselamı kavmi tanımadı, şehirden kovdular, gitti Allah'a yalvardı: "Ya Nuh, şöyle bir gemi yap. Onlar artık azdılar, onları helâl edeceğim." Nuh Aleyhisselam Allah'ın emrine boyun eğerek gemisini yapmaya başladı. Kavmi yine onu rahat bırakmadı. Demokrat Parti'nin Millet Partisi ocağına pisledikleri gibi gidip geminin içine pislediler. Buna Allah razı olmadı ve bu kavme cüzam hastalığı verdi. Pisliklerini onların dertlerine şifa olarak halketti. Zamanında yetişip pisliği vücutlarına sürenlerin derdi iyileşti, sonraya kalanlar gemide pislik bulamayıp kırıntılarını dilleriyle temizlediler. Görüyorsun ya, zalimin zulmü varsa mazlumun Alahhı var. Çandır Nahiyesinde yukarıdan beri objektif olarak göstermiş olduğum olaylar içerisinde hürriyet var mı? Bir Dağarcığın Oğlu, bir Deli Hacı, bir Tırmıkçının Musa ve bir Kıroğlan'da hürriyet olması, memleketin hürriyetine kefi gelir öyle mi?</span></p><p><span style="font-family: courier;">Memlekette hürriyet isteyenlerin ağzına kurşun sıkılır, Topkapı'da, Uşak'ta İsmet Paşa'ya suikast hazırlanır, bir Vali tarafından onun hakkında vur emri verilir; diğer biri, hayasızca atmış olduğu taşla Garp cephesi kumandanının başını yarar; vatandaşlarla hasbihal yapmak ve dertlerini dinlemek için Kayseri'ye gelen liderin treni durdurulur, İnönü'nün elini öpen memurun işine son verilir, bunları yazan kazteci hapishaneye tıkılır, Demokratlara rakı içirilir ve Halk partililerin üzerine tecavüz ettirilir, bunların fotoğrafını çeken foto muhabirinin makinası kırdırılır, Demokratların dövdüğü vatandaşlar yaralarını tedavi için hastahaneye kabul edilmezken döven demokrat vatandaş hakkında kanuni takibat yapılmadığı gibi üstelik mükafatlandırılır. Kırk yıllık Kırşehir bize rey vermedi, Bölükbaşı'nı milletvekili seçti diye illikten ilçeliğe indirilir: Geyikli'de vukua gelen hadise için tahkikata giden iki muhalefet milletvekilini sarhoş edilmiş Demokratlar topluluğu denizden karaya çıkartmaz, vapur geri gönderilir. İktidarın hehangi bir milletvekili Bakanı yahut sahte evliyası memlekette gezerken, memuru, işçisi, sanatkarı muhalifi, muvafığı tehditle veya ücretle yollara dizdirilir, ilkokuldaki körpe yavrular bile sahte evliyaların karşısında istikbale selam durdurulur, sahte evliyanın ayaklarının dibinde koç, koyun, öküz, deve kurban edilir. Hatta adamın biri oğlunu kurban etmek için bıçak elinde bekler, kesilen kurbanların parası örtülü ödenekten ödenir, toplar atılır, idare makinası tek taraflı çalışır, Gösteri Yürüyüşleri Kanunu muhalefet için çıkarılır, birde memlekette hürriyetten bahsedilir.</span></p><p><span style="font-family: courier;">Kaygusuz'un bir şiiri var mesela:</span></p><p><span style="font-family: courier;"><i>İçinde mi dışında mı</i></span></p><p><span style="font-family: courier;"><i>Burgusunun başında mı</i></span></p><p><span style="font-family: courier;"><i>Göksünün nakışında mı</i></span></p><p><span style="font-family: courier;"><i>Şeytan bunun neresinde</i></span></p><p><span style="font-family: courier;">Acaba hürriyet bunun neresinde idi? Tabii bir Demokrat için bu söylediklerimin hepsi yalandır. Radyonun gazetenin doğru söyleme zamanı Demokrat Parti zamanı idi. Demokrat Parti yıkıldı, besleme basın yok oldu, radyolar ve gazeteler yalana başladı. Dün aynı radyo Halk Partisi'ne "ehl-i salip" yani dinsiz derken doğru idi, İsmet İnönü'ye <i>milli münafık</i> derken doğru idi, Vatan Cephesine ölüler diriler pancarlar kabaklar kediler karabaşlar kayıt olurken doğru idi, bugün yalan oldu öyle mi? Allah vicdan vere, amin.</span></p><p><span style="font-family: courier;">Ali İhsan sana nahiyemizden ve memleketimizden birkaç örnek verdim, tabii milyonda biri değil bunlar. Bu arada benim Nuri Yaşar'a gözün aydın dememe kızacak kadar partizanlığı ileri götürmek doğru mudur? Sanatın elinden mi gitti, Ocak başkanımı idin yoksa belediye reisliğinden mi iskat olundun? Yoksa sen Koruma Reisi Çalığın Oğlu mu idin? Bunların hangisinden faydalanıyordun? Faydalanmak ister mi idin? Elinin emeği ile geçinen sipsivri bir vatandaşsın, yine elinin emeği ile geçineceksin, yine partici ol yalnız Demokrat Partiye can versin diye Allaha yalvarma. Gayet hasta olan adamın biri "yarabbi bana derman ver" diye Allaha yalvarıyormuş. Bektaşi bunu duyunca "aman be hemşerim Allah seni tamir edinceye kadar yeni birini yaratır" demiş. Ağrıyan başa bu kadarcık muska kafi. Geleceğini bildiğim için bu mektuba son vereceğim. Cevap yazmayacağın için de selam yazmayacağım.</span></p><p><span style="font-family: courier;">Nazmi Sağlamöz</span></p><p><span style="font-family: courier;">Erciyes İlkokulu, Kayseri</span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-12317379118482933552021-09-15T20:04:00.003+03:002021-09-18T12:58:03.484+03:00Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde Bir Gezinti<p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: Cambria; text-align: center;"><a href="https://lh3.googleusercontent.com/-b78a0FQ6C1Y/YUIhFdkWE6I/AAAAAAAAEmo/o-LpWr0WkyEbWKEI-ztwW7tUP5H-2rpNwCLcBGAsYHQ/11c1290b-8d28-451b-b597-8888a1572a93.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img data-original-height="768" data-original-width="1024" height="300" src="https://lh3.googleusercontent.com/-b78a0FQ6C1Y/YUIhFdkWE6I/AAAAAAAAEmo/o-LpWr0WkyEbWKEI-ztwW7tUP5H-2rpNwCLcBGAsYHQ/w400-h300/11c1290b-8d28-451b-b597-8888a1572a93.jpg" width="400" /></a></div><br /><span style="font-family: helvetica;"><br /></span><div><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Arabayla zaman zaman keşif gezilerine çıkıyoruz. Tuğba beni buna alıştırdı. Keçiören’i gezmiş ve kaybolmuştuk bir kez. “Bir daha gelmeyeceğiz” demiştik, aynı şey “Tebessüm Şehri Pursaklar”da başımıza geldi. Doğrusu gülümsedik ama ne gülümseme! Bir şehre bakarak bundan daha acı biçimde gülümsediğimi anımsamıyorum. “Böyle şehircilik anlayışı mı olur, buraya da bir daha gelmeyeceğiz”deyip çekildik.</span><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Oysa Elmadağ öyle değildi, pazarında alışveriş yaptık, ilçeyi biraz dolaştık, bağlarına gittik. Özellikle insanıyla konuşmanın değerli bir tarafı var, Anadolu taşrasının temel özelliklerini koruduğunu –halen durumun bu olduğunu- anlıyoruz. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Dönüşte “Hasanoğlan’a bir girelim” dedik. John Dewey tarafından temelleri atılan, Stanbulisky’nin kuramını geliştirdiği, Makarenko’nun iş okulu’ndan esinlenen ve Tonguç tarafından geliştirilen bu okulları görmek istedik.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Köy Enstitüleri köylüler tarafından yapılmış, karma eğitimin öne çıktığı, yalın ayak başı kabak gelinen bu yerden benzersiz bir eğitimci olarak mezun olunan bir yerdi. Altı üstü on yıl bile olmayan bir süre buralardan yetişen öğretmenler Türkiye’yi önemli ölçüde değiştirdi, köylere ekonomi öğrettiler, teknoloji götürdüler, oralarda vatandaşlık eğitimi yaptılar. Dünyaca önemli bu deneyim maalesef yerel küçük iktidarlar tarafından bitirildi. Köy Enstitüleri kapandı ama efsanesi kaldı. Çünkü bu okullarda okuyanlar Çeviri Bürosu’nun yayımladığı Antigone, Kral Lear veya Moliere sahneliyordu. Bu insanlar iş içinde eğitimi öğreniyor; öğretmenler, öğrenci merkezli bir eğitimin gereklerine uygun olarak öğrenci yetiştiriyordu. Köy Enstitülerinde yaşanan şey önemli bir zihniyet devrimiydi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Hasanoğlan’da köy enstitüsünü kolayca bulamadık. Okulun kalıntılarının nerede olduğunu sora sora bulduğumuzda köy enstitüsünün yan tarafına yeni okulların yapıldığını ve Fen Lisesi ile bitiştirildiğini gördük. Fen Lisesi Müdürü gelenleri gezdirmek için birini görevlendiriyormuş, kendi başımıza gezemezmişiz. "Zaten bütün müzelerde böyle olur" diye düşündük. Bizi gezdirmesi için birini aradık fakat kibarca bizimle ilgilenilmeyeceği söylendi. Anlaşılan o ki başkaları da ziyarete gitse ilgili kişi ortada görünmeyecek. Kısacası Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün içini gezemedik, dışında bir tur attık. Pencerelerden içeride olanı biteni görmeye çalıştık. Cumhuriyet tarihimiz için bu kadar önemli bir yerin başıboş bırakılması içimizi acıttı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Öğrencilerin eliyle yaptığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde laboratuarlar, işlikler ve derslikler olduğu gibi duruyor; maalesef bazı yerler uyar mı uymaz mı düşünülmeden tadilat görmüş, yakında her yer korkunç bir biçimde restore edilebilir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Orada fotoğraflar çektik, sahnede oturduk. Sahnenin bitişiğine park etmiş arabadan arabesk müzik yayılıyordu. Bu araba homurdandı, gezindi, çakıl taşları üzerinde spin attı ve ortadan kayboldu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium"; font-size: 10pt;">Düşündüm: Burada ne umutlar yeşermişti, ne öğretmenler yetişmişti! Hangi mandolinler çalınmış, ne tiyatrolar sahnelenmişti. Eskiden olan neydi, şimdi olana ne denmeliydi?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt -1cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><span style="font-family: "Avenir Medium";"> </span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><br /></p></div><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-63708144766314043202021-08-03T21:58:00.002+03:002021-08-03T21:59:52.761+03:00ANADOLU’NUN KAYIP TARİHİNDEN YANKILAR<p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://lh3.googleusercontent.com/-A9VWjOvUZpE/YQmQwHLiUaI/AAAAAAAAEmQ/QjkqZuudiMo2EgXI8u0OqsaFPqk7fvoIACLcBGAsYHQ/ODT%25C3%259C%2B2019%2B2%2Bkopyas%25C4%25B1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="517" data-original-width="802" height="206" src="https://lh3.googleusercontent.com/-A9VWjOvUZpE/YQmQwHLiUaI/AAAAAAAAEmQ/QjkqZuudiMo2EgXI8u0OqsaFPqk7fvoIACLcBGAsYHQ/ODT%25C3%259C%2B2019%2B2%2Bkopyas%25C4%25B1.jpg" width="320" /></a></div><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"><p align="center" class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"><br /></span></b></p><div style="text-align: center;"><b style="font-family: Calibri;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;">Erendiz Atasü</span></b></div></span></b><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;"><span> </span>(Türk Romanında Bir Gezinti, </span></b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">s.125-139, Can Yayınları, Temmuz 2019)</span><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 14pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Selçuklu Devletinin Moğol hegemonyası altına girip yıkıldığı yüzyıllardan, Anadolu tarihinin bu gölgeli bölümünden elimize ulaşmış belgeler ve söylenceler ile düş gücünü harmanlayan Gürsel Korat, dönemin yankılarını <i>Kapadokya Üçlemesi </i>üst adını verdiği üç romanla okura sunmaktadır: <i>Zaman Yeli’’(</i>1<i>), Güvercine Ağıt (</i>2<i>) ve<span> </span>Kalenderiye(</i>3<i>)</i>. <a name="_ftnref1" title=""><span class="MsoFootnoteReference" style="vertical-align: super;"><span><span class="MsoFootnoteReference" style="vertical-align: super;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">[1]</span></span></span></span></a><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Gürsel Korat’ı güncel edebiyatımızda<span> </span>benzersiz bir konuma taşıyan öge, onun anlattığı dönemin ruhunu yansıtan olay örgüleri ve kişiler yaratabilmesinden, zaman zaman şiirsel özellikler taşıyan yalın ve güzel dilinden öte, yaşam/ölüm, zaman, yaratıcılık, özgürlük, inanç/inançsızlık, cinsellik/cinsel perhiz gibi felsefi boyutları olan meseleleri, kadınların durumu gibi sosyal meseleleri, dil/yazı gibi entelektüel konuları, kurguya ustaca mal ederek, karakterlere ters düşmeden, metnin akıcılığını zedelemeden, enine boyuna tartışabilmesidir. Bir de, diller ve efsaneler bağlamındaki olağanüstü yaratıcılığı! Gürsel Korat, destanlar söyleyen bir eski zaman ozanına benzer. Kişiler yaratabildiği gibi efsane ve dil de yaratır, gerektiğinde. Edebiyatımızda sık rastlanan bir durum değildir her ikisi de: Ne destan söyleyen ozan kimliği, ne de tarihe değinen romanlarda ezeli ebedi sorunların enine boyuna tartışılması. Bir söyleşisinde, üçlünün ‘’<i>Kalenderiy</i>e’’ adlı sonuncu yapıtına atıfta bulunarak şöyle der: <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">‘’</span><span lang="TR" style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; color: #333333; font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Zaman, mekân, akıl, cinsiyet, düş, aşk, vicdan, yalnızlık… Görüleceği gibi benim bir derdim yok, bir dertler zinciri taşıyorum. Bana ne yaptığımı sorarsanız işte taşıdığım bu dertleri zincir edip şıngır şıngır sürükleyerek dolaşan bir kalender olduğumu söylerim.’’(4)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Önemli olan, ‘’dertlerin’’ kurmacanın dokusuna sindirilmesindeki başarıdır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Üçlünün ilk kitabı <i>Zaman Yeli </i>sağır<i> </i>bir ikona ressamıyla kör bir paralı askerin hikayesi olarak başlar ve yazarına sanat ve sanatçı psikolojisi üstüne, efsanelerin doğuşu üstüne derinlikli çözümlemeler yapma fırsatını tanır (5).<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Üçlemenin diğer iki yapıtında da, tarihin esinlediği olay örgüsüyle iç içe geçmiş, yapıtın anlam katmanlarını zenginleştirip yoğunlaştıran<span> </span>izleklere rastlarız. <i>Güvercin’e Ağıt’</i>da <span style="color: black;">dil, yazı, kadın sorunu, cinsellik, kimlik değişimleri, zorba yönetimler, kurumlaşan dinlerin siyasi iktidarla iş birliği içinde ilke ve ülkülerine ihanet edişi </span>ana izlekler arasındadır. <i>Kalenderiye’</i>de ise, özellikle, dil, yazı, yazının kalıcılığı ve kadın meselesi üstünde durulur.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Zaman Yeli </span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">tarihi bir geçeklik olan Moğol zulmüne, hayali bir mücadeleyle hep birlikte karşı koyan Kapadokya dayanışmasını anlatır. Gürsel Korat’ın yapıtlarında sık rastlayacağımız bir izlektir, hangi kökenden gelirse gelsin emekçi halkın birleşip zalime karşı durması.<span> </span><i>Zaman Yeli’ndeki </i>hayali direniş tarihsel gerçekliğe boyun eğip yenilgiyle bitecektir ama emekçi halkın köken farklarını bir kenara iten dayanışması gerçekçi bir ihtimal olarak okura kalacaktır. <span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span><b><u>Güvercine Ağıt</u><o:p></o:p></b></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><i>Güvercin’e Ağıt, </i>bir anlamda <i>Zaman Yeli’nin</i> kaldığı yerden başlar. <i>Zaman Yeli’nde </i>üç Selçuklu yöneticisi tanımıştık: Haydar, Manuel, Vasili. Moğollara karşı savaşımda Vasili ölmüş; malını mülkünü, ailesini yitiren Haydar, berduş ya da -bakışa açısına göre değişir- gezgin bir derviş olmuş; iki taraflı oynayan Manuel, Haydar’ın karısını da sahiplenerek ayrıcalıklı hayatını sürdürmüştür. <i>Zaman Yeli’nin</i> sonunda Haydar bir kilisenin deprem yıkıntısında tefekkürdedir: Tanrıya ve insana inancını yitirmiştir. Bu romandan bize kalacak önemli bir imge, Haydar’ın yıkık duvarda bulduğu bir kabartma, tek başlı, çift vücutlu yılan kuyruklu aslan imgesidir.<a name="_ftnref2" title=""><span class="MsoFootnoteReference" style="vertical-align: super;"><span><span class="MsoFootnoteReference" style="vertical-align: super;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">[2]</span></span></span></span></a>İsyan eden Kapadokya halkı bu imgede, Müslüman ve Hristiyan ahalinin ortak akılda birleşip birlikte savaşımının ifadesini bulurken, yenik ya da ermiş Haydar, yılan başlı kuyrukları enselerine yönelmiş aslan imgesinde insan denen<span> </span>ve kendi kendini sokan varlığın simgelenişini görür. <i><o:p></o:p></i></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İşte <i>Güvercine Ağıt’</i>ta<i> </i>karşımıza çıkacak<span> </span>Selçuklu yöneticisi Stavro (Selçuklu’da Hristiyanlara da devlet görevi verilmektedir) Haydar’ın torunudur. Haydar’ın karısına el koyan Manuel, kadının Haydar’dan olan çocuklarını yetiştirmiştir, yetiştirmesine de, dünyası başına yıkılan Haydar ortadan kaybolmadan önce, yaygın inanca göre öyle bir lanet savurmuştur ki, aile fertleri erken ölümlerle hayata veda etmektedirler. Aradan elli yıl geçmiş, yöneticilik sırası Stavro’ya gelmiştir ve <span> </span>Stavro dedesinin lanetinden ürkmektedir.<i><o:p></o:p></i></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Güvercine Ağıt’</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">ta tarihin alaca bulaca çağlarında, Anadolu potasında çalkalanıp birbirine karışan, dönüşen halkların ve dillerin<span> </span>alaşımı başarıyla verilmiştir; Türkmenler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Tatarlar, bugünkü Türkiye ulusunun ataları… Bu atalar -deyim yerindeyse- hem sevişmekte hem dövüşmekte, hem dayanışmakta hem birbirinin gözünü oymaktadır. Romanda, halklar ve kültürler alaşımının içinden Stavro örneğindeki gibi kimi karakterler sivrilecektir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Romanın kalabalık kadrosuna geçmeden önce,<span> </span>bu yapıtı özel ve özgün kılan iki unsura değinmek isterim.</span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Dil ve Efsane<o:p></o:p></span></u></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Dönemin dilleri konusunda Gürsel Korat’ın yaratıcılığı hayranlık vericidir. Günümüz yerel sözcüklerinden yola çıkarak, ve her halde epey araştırma yaparak dönemin dillerini sözcük hazneleri ve gramerleri ile birlikte yeniden oluşturmuştur. Bu açıdan dünya edebiyatında Tolkien’e rakip sayılır!<u><o:p></o:p></u></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Gürsel Korat’ın hayranlık verici diğer bir başarısı, gerçek efsanelerden yola çıkarak <span> </span>yarattığı deyim yerindeyse ‘’düşsel’’ efsanelerdir.<span> </span>Tek başlı çift gövdeli, yılan kuyruklu ‘’Çiftaslan’’ imgesi ve simgesi ve buna yüklenen anlamlar! Levy Strauss ‘<b>’Yaban Düşünce</b>’’(çev.Tahsin Yücel,YKY) adlı ünlü eserinde dini ve din dışı efsanelerin çağlar boyunca yavaş yavaş, ‘’brikolaj’’ adını verdiği bir yöntemle oluştuklarını açıklar. Efsaneler onları önceleyen masalların, halk hikayelerinin<span> </span>ve başka efsanelerin muhtelif parçalarının kitle muhayyilesinde birbirine eklemlenmesiyle belirmektedirler. Gürsel Korat eş yöntemi uygulayarak yaratır kendi efsanelerini: Hz Ali’nin lakabı olan ‘’Haydar’’(aslan) sözcüğünü alır, Hacı Bektaş’ın at yerine aslana<span> </span>binmesine katar, Hacı Bektaş’ın kamçısı ‘’cabir’’i yılan yapar ve Anadolu’da yeşermiş Müslüman ve Hristiyan rafizi akımlara uygun düşecek bir efsane yaratır. Korat’ın muradı, zülme karşı, insanların kardeşliği ve eşitliği ilkesi uğruna ortak bir başkaldırıda birleşecek muhtelif halklara uyan bir simge bulmaktır. Gürsel Korat’ın <span> </span>aslanı Kapadokya’nın her mağarasına yılan kuyruklu birer aslan yavrusu bırakacak ve gün gelince<span> </span>bu aslanlar yılan kuyruklarıyla zalim istilacı Moğol’u boğacaklardır! (G.A, s.23)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Halk kültürümüzde, Hacı Bektaş Veli’ye dair yaygın bir efsane de onun Anadolu’ya ‘’güvercin donunda’’ yani güvercin suretinde inmesidir. Güvercin o dönemlerde de barış simgesi miydi, bilemiyorum. Gürsel Korat, ‘’güvercin’’ imgesini alır<span> </span>ve onu kendi yarattığı efsanede Hacı Bektaş’ın kamçısının adıyla anılan Şeyh Cabiri’nin kabrindeki ağacın dallarından havalanan üç güvercine çevirir. Kanımca güvercinler üç semai dinin özünü, hümanist ilke ve ülkülerini temsil ederler. Romanın kurgusunda üç güvecin, Gürsel Korat’ın düşleminde, eşitlikçi komünal bir toplum kurma amacıyla isyan etmiş Anadolu halklarının üç önderiyle eşleşmektedir: Müslüman Haydar, Hristiyan Vasili ve İbrani kökenli Cabiri <span> </span>(G.A, s.24). (<br /><i>Güvercine Ağıt</i>, <span> </span>Haydar’ın torunu Stavro aracılığıyla olduğu kadar, bu üç isimle de <i>Zaman Yeli’ne</i> bağlanmaktadır.)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Aşiret-göçer uygarlığı yerini iş bölümünün ve özel mülkiyetin hakimiyetindeki şehir uygarlığına bırakırken, kapitalizmin sancılı doğumu yavaş yavaş gerçekleşirken, rafizi akımların insanlığın eşitliği ve kardeşliği ülküsü, en başta, kurumlaşmış dinin hışmına uğrayacak, din kurumu ve ülke yönetimi arasındaki sınıf egemenliğine dayanan iki yüzlü ittifak tarafından kan ve şiddetle ezilecektir, Gürsel Korat’ın romanında, tıpkı tarihin akışında olduğu gibi… <span> </span>Güvercinlere veda…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span>Böylece geliriz, halklar kolajı içinde sivrilen yönetici karakterlerine… <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Karakterler ve aracı oldukları önemli izlekler <o:p></o:p></span></u></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><br /></p><p class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Yöneticiler </span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Yukarıda sözü edilen Sivrihisar emiri Stavro , Kayseri emiri Mengüberdi, Başhisar emiri Muhyiddin’dir. Kötü yönetimin ‘’üç atlısı’’: Stavro, dedesi Haydar’ın lanetiyle ilgili karmaşa haline getirdiği saplantı ve korku yüzünden zalimleşecek, kan dökecek; Muhyiddin’in dur durak tanımayan hırsı sonunda kendi başını yiyecek; yürüyen kanlı iktidar mücadelesinde, Moğol uşağı Mengüberdi’yi, kılındığı efendiler kurtaramayacaktır. Üç yöneticinin ortak yanı, mal mülk, güç düşkünlükleridir. Para<span> </span>ve mal uygarlığının doğuş sürecindeki bu üç adam, sınıflı toplum-iktidar ilişkisi ve iktidarın yozlaştırıcılığı üstüne tartışma imkanını yazara sunmaktadır. Ayrıca, Stavro’nun kişiliği incelenirken, ana sevgisi, baba nefreti ve bu nefretin ataerkil uygarlıktaki konumuna da değinilecektir.<u><o:p></o:p></u></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Dinsel kişiler</span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"> Kurumlaşmış dine karşı çıkanlar. Üç erkek ve bir kadın: Müslüman derviş Saruca Abdal, Rum Ortodoks papaz Mihail, Ermeni papaz Civan ve Müslüman derviş kadın Gülbeyaz (yazarımızdan Bektaşiliğe feministçe bir dokunuş) ve bir kurumlaşmış din temsilcisi, insani değerlerini tümden yitirmemiş Episkopos.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Rafizi akımların dinsel ve din dışı iktidar odaklarıyla derin çelişkisi, o dönemlerde henüz adı konmamış olan sınıf ayrımcılığına dayanır. Zenginler emir verip yaptırıyor, yoksullar ise sadece ‘’<i>yapıyor</i>’’ der, Mihail, asıl üretken unsurun kim olduğunu vurgulayarak (G.A, s.80). Yoksulluk acı bir maskedir, ona göre, bu maskeyi yırtıp atmak ancak insanlığın elindedir ve<span> </span>insanlık bunu yapmalıdır; ‘<i>’Tanrı insanları birbirlerini<span> </span>ezsinler diye yaratmış olamaz</i>!’’. <span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bu karakterler arasında enine boyuna en fazla işlenmiş olanı Saruca Abdal’dır. Yazarımız, eşitlikçi tutumlarını açıkça desteklediği Bektaşiliği ve diğer rafizi akımları ülküleştirmez, onlara da eleştirel bakmayı ihmal etmez. Saruca Abdal’ı incelerken, derviş diyargamlığındaki gizli kibri vurgulamadan geçmez (G.A,s. 25). Saruca Abdal, <span> </span><span> </span>Çiftaslan ayaklanmasının üç önderinden biri olan ve hayran olduğu<span> </span>Haydar’ın şahsıyla karşılaşınca onu tanıyamayacak, onun panteist görüşlerini yadırgayacak ve aşağılayacaktır. Çünkü her şeyin doğrusunu bildiğine inanmıştır bir kez. (G.A,s.25) (Burada Leyla’yı görüp de tanıyamayan Mecnun’a bir gönderme yok mu?) Fakat, hayat ve ıstırap, Saruca Abdal’a gerçek alçakgönüllülüğü öğretecektir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Kimi Rafizi akımlarda cinselliğin horlanması, erkek perhizkarlığının yüceltilmesi, bu tutumdaki gizli kadın düşmanlığı <span> </span>yazarımızın rahip Mihail ve Saruca Abdal üzerinden eleştireceği bir başka konudur: Kendi kısır erkekliği içinde mağrur Saruca, cinselliğin doğal gücünü, güzelliğini, yaratıcılığını ve yokluğunun ıstırabını<span> </span>deyim yerindeyse ‘<i>’burnunu sürterek’’ </i>kadın derviş Gülbeyaz’la birlikte hapsolduğu hücrede öğrenecektir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Sanatçılar</span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">: Taş ustası Hayruddin Aka: <i>Zaman Yeli’nin </i><span> </span>güçlü unsuru olan sanat/sanatçı izleğinin ‘<i>’Güvercine Ağıt’’a </i>vurmuş gölgesi, bu romanda <span> </span>Hayruddin Aka karakterinde, bu sanatkar ruhlu zanaatkarda cisimleşir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpLast" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Emir Mengüberdi, ölmüş kızı için bir kümbet yaptırmaktadır. Taş süslemeleri Hayreddin Aka’nın eseridir. İslamiyetteki suret yasağının sanatçı ruhta yol açtığı bungunluk ve gerçek yaratıcılığın canı pahasına bir yolunu bulup engelleri aşması… Hayruddin Aka’nın uçan ‘’güvercin’’e verdiği simgesel anlam, bedenden ayrılıp özgürlüğe uçan ruhu temsil etmesidir. Düşüncesini resmedemez, yontulaştıramaz; o da başka bir yol dener. Giriş kapısının üstüne bir takım taş çıkıntılar yerleştirir; kapı doğuya bakmaktadır; tan sökümünde gün ışığı çıkıntılara vurduğunda, çıkıntıların gölgesi kapının üstünde ama çıkıntıların altındaki mermer yazıta düşmekte ve tünemiş<span> </span>bir güvercinin gölgesi orada belirmektedir. Güneş hareket ettikçe, gölge taştan ayrılmakta, uçan bir güvercinin şeklini almakta<span> </span>ve nihayet iç kısımdaki lahde , genç kızın mezarına konmaktadır.<span> </span>Ne kadar şiirsel… Güvecin gölgesi genç kızın ruhudur. Güneşin doğuş noktasına bağlı olarak bu ışık/gölge oyunu elbette her gün gerçekleşmez; sadece yılda iki kez meydana gelir; ilki genç kızın ölüm gününe isabet edecektir. <span> </span>Taş ustamız aynı zamanda bir matematik ve astronomi bilginidir. Hayruddin Aka, yazıta kendi adını katmayı da ihmal etmemiştir. Mermer yazıta Nur suresinden bir ayet işlenmiştir: Türkçe meali :’’Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur’’. Hayruddin, eserini hayran hayran seyrederken aniden kopar fırtına; düşen yıldırımla nura bulanmış olarak bu dünyaya veda eder, mutlu sanatçı…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Tüccarlar </span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">13. Yüzyıl dünyasını belki savaşlar, istilalar kadar, ticaret ve tüccarlar da değiştiriyordu; bir kültürü diğerine taşıyan, bitiştiren, kaynaştıran ya da<span> </span>Levy-Strauss’un efsanelerin oluşumu için kullandığı terimi ödünç alırsak, kültürel etkilerden bir brikolaj oluşmasını sağlayanlar, onlardı; seyahatin hiç yaygın olmadığı bir dünyada sürekli seyahat eden bu adamlar. <i>‘’Bilgelik yolculukta gizlidir’’</i>(G.A, s.115) Gürsel Korat’ın onları ihmal etmesi düşünülemezdi: Endülüslü tüccar Fazıl ve İtalyan tüccar<span> </span>Venedikli Mazzone. (Mazzone üçlünün son kitabı ‘’<i>Kalenderiye’’</i> ile<span> </span>‘<i>’Güvercine Ağıt’’ </i>arasındaki somut kurgusal bağdır.)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Güvercin’e Ağıt’taki </span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">kişiler ve izlekler yukarıda serimlenenden ibaret değildir. Tahmin edileceği üzere, 200 küsur sayfalık bir metine biraz ağır gelmektedir bu içerik. Edebiyatta yoğunluk istenen bir şeydir, elbette; metinleri edebi kılan unsurlardan biridir, yoğunluk; ancak <i>Güvercine Ağı</i>t fazla yoğundur. Onu önceleyen <i>Zaman Yeli’ndeki</i> ve izleyen <i>Kalenderiye’</i>deki duruluk burada yoktur. Dört<span> </span>bambaşka erkeğin (Saruca Abdal, Stavro , Muhyiddin, Civan) cinsel arzu ve arzunun doyumsuz kalışı kısır döngüsünde çektikleri ıstırap her halde, insan denen canlı türünün doğal yanının istisnasız her ferdi etkisi altına aldığını vurgulamak için tek tek anlatılmıştır; ancak gerek bir izlek olarak cinselliğin, gerek iktidarın yozlaştırıcılığı, muktedirin zalimleşmesi ve/veya acizleşmesi izleklerinin bir romanın tamamında incelenebilecek kapsamda olduklarını düşünürsek, gerçekten de bu düşünsel hacım, fazlaca ağırdır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Öte yandan ‘<i>’Güvecine Ağıt’’</i>yüksek nitelikli edebi buluşlarla doludur. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Edebi Buluşlar</span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Çağrışımlarla dolu zarif bir buluş olan ‘taş ustası ve yaratısı’na<span> </span>yukarıda değindim.<span> </span>Sevimli bir yaratıcılık örneği olarak düşündüğüm bir noktayı daha vurgulamalıyım: Gürsel Korat’ın bir halk ozanının dilinden söylediği, Homeros’la Kör Omar’ı kaynaştıran, Truva Kralı Pirus’la, Baba İlyas’ı birleştiren güzelim şiir… (G. A, s.96-97)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Hayranlık verici bir başka buluş, Ermeni papaz Civan’ın aşk ve diğer meseleler yüzünden Türkleşmesinin anlatılmasında başvurulan mitolojik Narcissus imgesidir.<span> </span>Malum Narcissus suya bakar ve suyun aynasında gördüğü kendi yansısına aşık olur; kimliğin çiftleşmesi halidir, söz konusu olan. Civan da saçı sakalı kesildikten sonra suyun aynasında beliren bu yepyeni adama bakar ve onunla, yeni kimliğiyle tanışır. Yaşadığı zorlu deneyim ve çektiği acı, o zamana kadar tanıdığı bildiği kendini silmiş ve yepyeni bir kimlik doğmuştur (G.A., s.178-79), tarih boyunca pek çok ferdin başına geldiği gibi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Kalenderiye<o:p></o:p></span></u></b></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">‘’Kalender tarikatı’’ deyimi, ‘<i>’Kapadokya Üçlemesi’’nde</i> ‘<i>’Güvercine Ağıt’’</i>da ilk kez 61.sayfada geçer (2): Tarihi bir gerçekliktir, Kalender dervişleri. Malı mülkü hor gören bu sufi akım, Selçuklu zamanında doğmuş, Osmanlı devlet düzeniyle<span> </span>çatışmış,<span> </span>sonunda<span> </span>Alevilik ve Bektaşilikte sönümlenmiştir.<span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Dervişlerin diyargamlığını akla getiren <span> </span>‘’<i>kalende</i>r’’ sözcüğüne, Gürsel Korat<span> </span>sözcüğün ‘’takvim’’ anlamına gelişine de dayanarak, zamanla ilgili çağrışımlar yükler,<span> </span>zamanın geçişini izleyen üçlüsünde. Onun dervişleri, gök cisimlerinin hareketlerine göre ayarlarlar rakslarını, böylece bir anlamda zamanı dile getirirler (<i>Kalenderiy</i>e, s.48).<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Tıpkı <i>Zaman Yeli’nde</i> olduğu gibi, ilk bakışta birbiriyle ilgisiz gibi görünen bölümlerden oluşan <i>Kalenderiye </i>ile <i>Güvercine Ağıt</i>arasındaki kurgusal bağ bundan ibaret <span> </span>değildir. Asıl bağ Venedikli tüccar Mazzone’dir.<span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Kalenderiye </span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">üç bölümdür; Mazzone, İtalya’da geçen <u>ilk bölümün</u> ana kişisidir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İkinci ve üçüncü bölümler </span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">ise iki asır sonraki <span> </span>Osmanlı ülkesini canlandırır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bölümleri birbirine bağlayan ise kültür etkileşimlerine işaret eden bir metin ve bu metinden türemiş başka metinlerdir ki bu nüve ilk bölümde gömülüdür.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İlk Bölü</span></u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">m: Mazzone ülkeleri kat eden bir tecimen olarak <i>Güvercine Ağıt’</i>tan gelip geçerken, maddi amaçların peşinde son derece dünyevi bir insandır. <i>Kalenderiye’de </i>karşımız çıktığında ise<span> </span>hayatın tüm maddi yanlarını terk etmiş, ahrete dönük bir yarı ermiştir. <i>Güvercine Ağıt’ın</i> sonu ile <i>Kalenderiye’nin</i> başı arasında geçen otuz yıl onu tamamen değiştirmiş, deyim yerindeyse kalender bir kişi yapmıştır. İtalya’daki evinden, ailesinden, ticaret yolculukları sırasında Girit’te tanıyıp birlikte olduğu kadından ve ondan doğan çocuğundan kopmuştur. Acı çekmez değildir ama sorumluluklarla ilişkisini kesmiştir.<span> </span><i>Güvercine Ağıt’ın</i> keyfine düşkün, hayat adamı Mazzone’sinin karakterinde, bizi<span> </span><i>Kalenderiye</i>’nin tövbekarına hazırlayan bir çelişki gizlidir: Mazzone’nin unutamadığı rüyası: Dinsel kisvealtında insest çağrışımları taşıyan cinsel bir rüyadır bu; günah doludur; Mazzone’nin bilinçaltındaki fırtınaya işaret eder. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Kalenderiy</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">e, Girit’te terk edilmiş oğul Hristo’nun hesap sorma amacıyla babasını arayıp bulmasıyla başlar. Günahkar rüyanın Mazzone’si<span> </span>ile oğlu buluşturan tesadüfler zinciri de gizli bir insest hikayesidir aslında. Oğul Hristo, hiç tanımadığı kız kardeşiyle karşılaşmış ve ona çıldırtıcı bir arzuyla bağlanmıştır, babayı bulma serüveni sırasında. Babayı bulur bulmasına da üç sevimsiz gerçeği de keşfedecektir: Annesinin erdemli niteliklerine rağmen <span> </span>fuhuşa sürüklenmiş olduğunu, kendisinin kutsal evlilik bağı dışında doğmuş bir piç olduğunu ve çıldırtıcı bir arzu duyduğu fahişenin ise öz be öz kız kardeşi olduğunu! Babasını, bu günahkar-ermişi suçlayacak hali kalmamıştır, Hristo’nun. <i>Kalenderiye’nin</i> ilk bölümü, cinsellik ile dinsellik arasındaki geçişliliklere, insanın Tanrı karşısındaki güçsüzlüğü ve kendini verişiyle, öz bedeni karşısındaki yenilmişliği ve kendini verişi arasındaki ilişki/çelişkiye<span> </span>gönderme yaparak sona erer. Günahkar Hristo, bungunluğu ve çaresizliği içinde tanrıdan başka sığınacak yer bulamaz ve çarmıhtaki İsa gibi<span> </span>umarsızca seslenir, ‘<i>’Allahım niçin bıraktın beni?’’</i> (<i>Kalenderiy</i>e, s.61)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span>Nereden nereye , diyeceksiniz, değil mi? Evet, ben de öyle düşündüm baştan. Gürsel Korat’ın, cinselliğe pek sık ve açık göndermeler taşıyan<span> </span>bu bölümü -felsefi içerik göz ardı edilirse- cinsellik sömürüsü amacıyla <span> </span>tarihselliği araçlaştıran kimi piyasa romanlarının parodisi olarak yazdığı bile düşünülebilir. Belki de böyle bir amacı vardı. Ama asıl amaç başkadır ve yukarıda işaret edildiği üzere ilk bölümde içkindir: Biz yazarların gerçeklik payı da içeren rüyasıdır bu, yazının kalıcılığı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Kalenderiye’deki </span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">tüm olay örgüsü<i> </i>bu dileğin gerçekleştiği<i> </i>bir eksen çevresinde döner:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Mazzone, oğlu Hristo’ya babasını anlayabilmesi umuduyla bir elyazması verir: <i>Calenderia<span> </span></i>başlığını taşıyan bu el yazmasında, Mazzone söylemiş, bir yazıcı anlatılanı Latin harfleriyle ve Gürsel Korat’ın icadı karma bir dille kaleme almıştır (<i>Kalenderiye</i>, s. 51). Okur tam bir bulmaca karşısındadır; karineyle bazı şeyleri çözmek mümkündür: Yazılanlar, Kalender dervişlerine ve varsıl bir tüccarken malını mülkünü dağıtıp, Tanrının fakir bir kulu olan<span> </span>Mazzone’ye dairdir ve Mazzone için, Müslüman veya Hristiyan herkesten helallik dilemektedir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Neyse ki el yazmasının tümü Gürsel Korat’ın icadı dil ile yazılmamıştır ve düğüm olup kalan okur yavaş yavaş önünü görebilmektedir: Mazzone günah çıkartmakta, bir papaza zinasını, zinadan sonra gördüğü o ürpertici dinsel-cinsel rüyayı, Girit’te birlikte olduğu kadını, onu ve küçük oğlunu terk edişini anlatmakta, zayıflıklarını itiraf etmekte, vicdan yükünden kurtulamadığını dile getirmektedir. Hristo tıpkı okur gibi kah bir şeyler anlayarak kah anlamayarak bu el yazmasıyla haşır neşir olurken, karşımıza ilginç bir pasaj çıkar: Gürsel Korat’ın icadı dille yazılmıştır ve ‘’<i>Güvercine Ağ</i>ıt’’ı okumamışlar için koyu bir bilmecedir (<i>Kalenderiye</i>, s. 56)! Okumuş olanların ise zihninde bir ampul yanacaktır! Pasaj, <i>Güvercine Ağıt’ın</i> baş kişilerinden Saruca Abdal’ın, Emir Stavro’un zulmü yüzünden atıldığı hücrede, sevdiği kadının -kadın derviş Gülbeyaz’ın- kesik başı<span> </span>kucağındayken ruhunu teslim edişini anlatmaktadır! <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Nereden nereye!<span> </span>Bu el yazması, bir anlamda suçlulukla kıvranan<span> </span>Mazzone’nin Kalender dervişlerinden etkilenerek bulduğu ya da bulduğunu sandığı kefaret yolunun hikayesidir, bir yandan da bir tür Kapadokya tarihçesidir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Mazzone’nin Anadolu kültüründen etkilenmesi, Anadolu’ya gelmeden, daha İtalya’da<span> </span>başlamıştır (<i>Kalenderiye</i>, s.47): <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">‘’İkonia’da (</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Konya’da<i>) Çelalli (</i>Celali<i>) derler bir şeyhin Şemst (</i>Şem<i>s) adında bir derviş için anlattığı hikayeleri Padovalı tüccarlardan dinlemiştim’’</i> diye aktaracaktır oğluna. İşte kervan yollarıyla ve gezgin tüccarlarla birbirine ulanan kültürler! Şems de paraya pula ve kurallara önem vermeyen bir tür kalender dervişidir, ve Mazzone’yi derinden etkileyecektir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Mazzone, daha sonra Anadolu’ya gelir, Kalender dervişlerini görür, irkilir; ama etkilenir de (<i>Kalenderiye</i> s.48). Burada da <i>Güvercine Ağıt’a</i> <span> </span>önemli bir gönderme vardır: Dervişler, <i>Güvercin’e Ağıt’ın</i> baş kişilerinden Saruca Abdal’ın bir deyişini söylemektedirler: <i>Dağlar durur dağdan uca</i>…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Şems, Saruca Abdal… Paradan ve mülkten nefret… Mazzone, <i>‘’Ticarette yalanı yalana katarak paralar biriktirdiğim ve hep başkalarının yaşamlarını yağmaladığım halde, sahtekar değil de dürüst olduğumu (</i>nasıl<i>) düşünebiliyorum?’’ (Kalenderiye,s.46) </i>diyerek kişisel vicdanında para uygarlığının iki yüzlülüğünü açığa vurup, her şeyinden vaz geçecek, yalansız ve yalın bir perhiz yaşamını seçecektir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Yıl 1324’dür; Hristo’ya değilse de , Mazzone’ye okur veda etmektedir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><u><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İkinci ve üçüncü bölümler:<o:p></o:p></span></u></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Anlatı, 203 yıl sıçrayarak, bambaşka bir iklime, Osmanlı diyarına, 1527 yılının Kayseri’sine konacak, romanın kalan kısmında <span> </span>Mazzone’nin el yazması ve ondan türemiş başka yazılı belgeler karşımıza çıkarken, Gürsel Korat’ın icadı dildeki bilmecemsi bölümler de açıklığa kavuşacaktır. <i>Kalenderiye</i>, dillerin gelişimine, diller<span> </span>arası etkileşimlere<span> </span>ilgi duyan ya da böyle ilgilere açık okurlar için bulunmaz bir kaynak, adeta bir küçük mücevherdir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Hemen belirtmeliyim ki, hayli kapsamlı olan kişisel okuma serüvenimde, Osmanlı dönemindeki günlük hayatın gerek halk -merkezi otorite ilişkisi/çelişkisi, gerek ev içi yaşamları açılarından, bu denli canlı ve inandırıcı bir anlatısına <span> </span>daha rastlamadım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Roman Osmanlı <span> </span>hayatının çeşitli <span> </span>cephelerine ışık düşürmektedir:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">*Osmanlı tabasını oluşturan halklar karmaşası<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">* Devlet erki ile halk kitleleri arasındaki sürtüşmenin odağında bulunan haksız ve aşırı vergiler, vergi toplama yolsuzlukları<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">*Osmanlı ülkesine egemen olan güven yokluğu: Devlet erkanının da halktan insanların da yarına çıkıp çıkamayacakları belirsizdir. Tüm hayatlar pamuk ipliğine bağlıdır. Güven yokluğuna, haliyle, katmanlı kuşkular ve kuşkuların bertaraf edilmesi için başvurulan hileler ve aşırı şiddet eşlik etmektedir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">* Kadın erkek<span> </span>ilişkilerindeki mutsuzluk<span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">* Rafizi akımlara mensup dervişler ve dinsel söylemlerle açığa vurulan toplumsal-iktisadi <span> </span>hoşnutsuzluk<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İkinci bölümde, devlet yetkesinin temsilcisi olan<span> </span>Molla Emin, ve ‘’tahrir emini’’ Bahri bey ve onların aileleriyle tanışırız. Kalender dervişlerinin de katıldığı isyanların bastırılmasının ertesinde düzeni sağlamlaştırmak üzere Kayseri’ye gelmiştir bu -deyim yerindeyse-Osmanlı bürokratları ve görkemli bir törenle karşılanırlar. Kayseri’deki yerleşik bürokrat ise Sancak beyi Behram Paşa ve Subaşı’dır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Tören’in ayrıntıları bize Osmanlı tabasını oluşturan halklar karmaşası üzerine fikir verir. Bu fevkalade hetorejen yapı aslında bürokratlara da yansırmıştır; örneğin Bahri bey yolu Enderun’dan geçmiş bir Rum dönmesidir. Kökenleri ne olursa olsun, bürokratlar merkezi otoriteye sadakati içselleştirmişlerdir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Onların karşısında halkın temsilcilerini değil,<span> </span>yetkeyle halk arasında bir tür aracılık görevi üstlenmiş Kethüda İmren Bali’yi buluruz .<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Güven yokluğu o derece şiddetlidir ki, şehre alayişle, müthiş bir güç gösterisiyle giren bürokratlardan Molla Emin’in kellesi daha yirmi dört saat dolmadan<span> </span>aniden patlayan isyanda kesilecek, Bahri Bey ise, kendi hane halkı ve Molla Emin’in karısı ve kızıyla<span> </span>birlikte isyancılara esir düşecektir. Sancak beyi ve Subaşının şiddeti, merkezden gelen bürokratları korumaya yetmemiştir. Bu arada İsyancılar mı kimdir? Başı çekenler, halkın kanayan yarası vergi soygunculuğuna ve resmi Sünniliğin insanları her koşuda itaate yönlendiren katı uygulamalarına baş kaldıran, eşitlikçi bir yaşamın destekçisi rafizi dervişleridir. Unutmayalım ki, emeğin değerinin tanınmadığı, ekonomik ve sosyal memnuniyetsizliğin din kisvesi altında dışa vurulduğu bir tarihsel dönemden bahsediyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bu dönem, ev içlerinin ve bedenin emekçisi kadınların insan altı bir tür olduklarının hem devlet, hem toplum, hem din, hem birey tarafından değişmez yasa kabul edildiği<span> </span>dönemdir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Sadece bireylerin işlevleri açısından ve manen bölünmekle kalmayan ev içlerinde, kadın ve erkeğin apayrı hayatlara mahkum edilişi, mekanın haremlik/selamlık uygulaması denen İslam geleneği ile fiziksel olarak ayrıştırılması sonucunda, iyice pekişmiş;<span> </span>erkek bireyle kadın bireyin aşk denilen olgunun göreli eşitlikçi koşullarında buluşmaları imkansızlaşmıştır. Kadına ve erkeğe ayrı cinsel ahlak normları koyan koyu dinsel/ataerkil gelenek, onları sevgisizliğe mahkum etmiştir: <i>Kadın arzulanmayı isteyip kendini gösterdikçe adi ve çirkef</i>sayılmakta; <i>kadınlığını yok edip sustukça ise bir kenara atılmaktadır (Kalenderiye, </i>s.7<i>8), </i><span> </span>Molla Emin’in<span> </span>ve Bahri beyin nikahlı eşlerinin başına geldiği üzere. Erkek, sevgi doyumunu haremindeki cariyede boşuna arayacak, zorla sahip olduğu bu kadından kısmi bir cinsel doyum elde etse de, aşkın sevgi, içtenlik, güven ve şefkatle birlikte yükselen doruğuna asla tırmanamayacaktır, Bahri beyin Perizat’la ilişkisinde olduğu gibi: Erkek, <i>bedenini kapanmalarla, kasılmalarla teslim eden bu kadına kendini asla sevdiremeyeceğini bilmenin acısına (Kalenderiye, s.</i>107)<i></i>yargılanmıştır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bu çözümsüz çelişki kuyusunda koşulları kabullenen kadın ya Molla Emin’in zevcesi Nurusefa gibi kendi cinsine yönelecek, ya Bahri beyin<span> </span>Sare’si gibi küçük ama kötücül duyguların pençesine düşecektir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Sevme ve sevilme hakkından vazgeçmeyen, birazcık olsun baş kaldırmayı deneyen kadına, Perizat’a ne olacaktır?<span> </span>Bir bakıma doğru erkeğe meyledecek, rafizi derviş Yusuf’un yalansız, şefkatli gözlerine vurulacak, aşk acısını tadacak, onur yarası alacaktır. Heyhat; dinin acımasızlığı ve gizli kadın karşıtlığı burada da çiftin karşısına dikilmiştir. Hoşgörüyü kimseciklere bırakmayan rafizi akımlar mesele kadın-erkek ilişkisine gelince bağnaz kesilmektedir. Yusuf , mensup olduğu tarikat gereği bir tür bekaret yemini etmiştir, kadına<span> </span>-Anadolu deyişiyle- uçkur çözemez! Perizat’ı red edecek, boyun eğmiş kadınların kaynattıkları dedikodu kazanında zaten canı yanmış olan kişilikli genç kadın <span> </span>bu darbeyi kaldıramayacak, canına kıyacak, Perizat’ın intiharı Yusuf’da kapanmaz bir yara açacaktır. Burada, ‘’<i>Güvercin’e Ağıt’’taki </i>derviş aşkıyla bir koşutluk sezilir. <i>Güvercine Ağıt’ta</i> nasıl kadına el sürmeye yeminli Saruca Abdal, Gül Beyaz’a vurulmuşsa, tıpkı onun gibi, Perizat’a aşık olan Yusuf da bedenin ve duyguların arzusu ile dinin yasağı arasına sıkışıp acı çekmektedir. Çaresiz Yusuf’un romanın sonundaki ‘’<i>Ey enmede göğleri eğen Allah, benim boynum niyçün büktün, beni niyçün mahzun eyledin?’’ (Kalenderiye, s.183) </i>serzenişiyle<i>, </i>benzer durumdaki <i><span> </span></i>Hristo’nun ilk bölümün sonundaki ‘<i>’Allahım niçin bıraktın beni’’</i> ( <i>Kalenderiy</i>e, s.61) haykırışı karşılıklı yankılanmaktadır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Gelelim ilk bölüm ile ikinci ve üçüncü bölümleri bağlayan , sürekliliği sağlayan metinlere:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Tahrirat emiri Bahri beyin, Osmanlı mülkünün<span> </span>Rum köylerinde tapu işleriyle uğraşırken, eline tesadüfen bir kitap geçmiştir: <span> </span>Bir Hollandalı tarafından Latince olarak kaleme alınmış bu eser, içerik olarak, ilk bölümde karşılaştığımız <i>Calenderia (Kalenderiye, s.50) </i>adlı el yazmasının bir çeşitlemesidir, matbaa da dizilmiştir -aradan iki yüzyıl geçtiğini ve Avrupa’da matbaanın devreye girdiğini anımsayalım-, Kapadokya yöresinden çeşitli<span> </span>mekanların resimleriyle bezelidir: Başlığı, Latince bilen Bahri beyin çevirisiyle, <i>Keitabovl Sair-iter del leoni</i> (Kitabül Seyir, alt başlığı Aslanlı yol) (<i>Kalenderiye</i>, s.109). <span> </span>Bahri bey, anlatılanlarla yani Mazzone’nin günahları ve vicdan azaplarıyla <span> </span>değil, çizimlerle, resimlerle ilgilidir;<span> </span>sadık<span> </span>bir Osmanlı bürokratı olarak derhal kuşkuya kapılmış, casusluk kokusu almıştır: Venedikli kafirin yollarımızın, köprülerimizin bir tür haritasını çıkarttığını düşünmektedir; ve aslında insaflı bir yönetici olan Bahri bey, Kayseri kethüdasını, Venedikli gözümüzü oyamaya niyetliyken, vergi ödemekten kaçınmanın yanlışlığına ikna etme gayretindedir (<i>Kalenderiye</i>, s. 85).<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Öte yandan insani yanı güçlü olan, sanata eğilimli Bahri beyin yarı gizli bir gündemi daha vardır ve Saruca Abdal’ın kitapta kayıtlı deyişine ‘<i>’Dağlar durur</i> <i>dağdan uca’’</i>ya<i> <span> </span></i>vurgundur. Sarıca Abdal hakkında bilgiye susuzdur. Bilgi kimde var? Elbette, bir Kalender Şeyhi olan<span> </span>Yusuf’ta, alayişli karşılama töreninde, esrarlı gözleriyle<span> </span>Bahri bey büyüleyen Yusuf’ta. <span> </span>Ayni gözlerdir Perizat’ı aşka düşüren. <span> </span>Tahrir emiri hemen Yusuf’un bulunup getirilmesini emreder. Yusuf’u beklerken de yazılı metni Gürsel Korat’n icadı olan dille çözmeye çalışır. Biz okurlar da,<span> </span>kavrama isteğiyle birinci bölümde hiçbir şey anlamadığımız pasajlara yeniden döneriz ve <span> </span>Bahri beyle birlikte bir yandan Yusuf’u bekler, bir yandan da metni çözeriz.<span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Yusuf gelecektir gelmesine de , isyanın başı Yusuf’un gelişi Bahri beyin esareti olacaktır (<i>Kalenderiye</i>, s.119-120.) Güvensizlik ortamında, bir an olsun gevşemek, öyle kendini sanata kaptırmak, filan, yöneticiye yaramaz!<span> </span>Bahri bey başını taştan taşa vursa yeridir!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bahri bey esaret günlerinde, Perizat’ın <span> </span>aşkını anlayacak, kızdan el çekerek meydanı Yusuf’a bırakma inceliğini gösterebilecek ama Yusuf<span> </span>kendi ruhundaki kilidi kıramayacaktır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Yusuf kudretli kişi, Bahri bey<span> </span>onun esiri iken aralarında yaşananlar ilginçtir. Sanki bir eşcinsel çekim söz konusudur. Öyle bile olsa bu çekimde sanatsal ya da düşünsel bir öge güçlüdür. Hayatın ve tarihin bir tesadüfüne bakın ki (tabi Gürsel Korat’ın icadıdır bu tesadüf), Yusuf’ta dededen kalma bir el yazması ve bir<span> </span>kabartma vardır: Kabartma kestirilebileceği üzere bir çiftaslan kabartmasıdır. İşte, üçlünün ikinci kitabına ‘<i>’Güvercine Ağıt’’a</i> bağlandık! Demek bizim Şeyh Yusuf çiftaslan asilerinin torunudur! Tesadüf cuk oturmuştur. Peki el yazması nedir? Bildiniz, Mazzone’nin Hristo’ya emanet ettiği el yazmasının ta kendisi! Bu kadarı da olmaz, demeyin. Gerçek hayatta benzerleri olmuştur. Peki Yusuf Şeyh Hristo’nun torunu<span> </span>bir Rum dönmesi midir? (Girit’li yarı İtalyan Hristo’yu Yunanlı sayıyorum!) <span> </span>Kendisi değilse bile dedeleri?<span> </span>Bahri beyle arasındaki çekime bir tür ‘’kan çekmesi’’’ bile diyebiliriz, o halde! Her ne hal ise, iki dost, kafa kafaya verip matbaa baskısı kitapla el yazmasını karşılaştırıp dururlar. Bürokrat kimliğini yitirmiş Bari bey de artık biçare Mazzone’nin cinsel çıkmazları ve vicdan azaplarıyla meşguldür; belki de onu Perizat’tan vaz geçişe yönlendiren bu değişimdir. Yusuf’taki değişim ise, esirleri serbest bırakma yönünde olacaktır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Bu dolambaçlı olay örgüsünü yüksek edebiyata eriştiren ögeler nedir? Edebiyatçıyı ilgilendiren işin bu yanıdır ve Gürsel Korat’ın mahareti de buradadır.<span> </span>Yusuf -Hristo bağı vurgulanmamış, sadece bir olasılık olarak hissettirilmiştir. Ayrıca Yusuf’un kimliğindeki üçleme anlatı boyunca hep karşımıza çıkar, Yusuf kimi kez papaz kimliğiyle, kimi kez Mevlevi şeyhi, kimi kez de kalender dervişi olarak belirir. (Burada, inanç sistemlerinde sık rastlanan üç rakamına bir gönderme de düşünülebilir.) Bu dönüşümleri geçerli kılacak nedenler metinde vardır, ve dönemin siyasi-dini baskılarıyla ilgilidir, inandırıcıdır. Demem o ki, ilk bölümde terk ettiğimiz Hristo, sayfalar sonra dede rolünde belirir gibi olduğunda, şaşırmayız; metin bizi fark ettirmeden hazırlamıştır.<span> </span>Ayrıca metnin alt katmanlarında bir art-alan ezgisi gibi hep hissettiğimiz, insanların maceralarındansa yazının hayatıdır. Önemli ve güzel olan, bir el yazmasının 200 yıl sonra matbaa kitabı olarak karşımıza çıkması ve iki insan/iki düşman arasında bir dostluk bağının filizlenip güçlenmesine ortam hazırlamasıdır. Ne güzel, ne hayranlık verici bir rastlantıdır bu! 200 yılın bir andan silinmesi ve o tarihte bir kişinin başından geçmiş olayların, 200yıl sonra, o anda oluyormuş gibi diğer kişileri etkilemesi… Müthiş bir şey…<span> </span>Başka bir deyişle edebiyatın gücü…<span> </span>Veya zamanın göreliliğinin kanıtlanması… ve ‘<i>’Kalenderiye’’</i> adını taşıyan metnin özü… Bu romanın başkişisi<span> </span>yazıdır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Böyle küçük dokunuşlarla, anlam alanının metni dağıtmadan genişletilmesi, ‘’<i>Kalenderiye’’de</i> sıklıkla karşımıza çıkar. Hristo-Yusuf akrabalığı böyledir (<i>Kalenderiye</i>, s.150-1, 164 ); ince ruhlu bir adam olan Bahri beyin nikahlı eşinden soğuma nedenleri de böyledir . Sevmesini bilmeyen sadece sevilmek isteyen bir kadındır Sare. Sadece bir kez değinilen bu husus (<i>Kalenderiye</i>, s.144), Sare’nin genel tutumuyla uyumlu sözcüklerle ifade edildiği için, kadını fazlaca karalamadan evliliğin iç yüzünü dışa vurmaya yeter de artar bile. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Dönem tarihsel olarak bir aşırılıklar dönemidir; bu gerçek aşırılıkları, dönemde gerçekleşmesi pek de mümkün olmayan düşsel aşırılıkları inandırıcı kılmakta ustaca kullanır, Gürsel Korat . Tanrı yoluna baş koymuş dervişlerin hiç zorlanmadan kıyıcı asilere (dilerseniz devrimcilere) dönüşebildiği bir çağda, aşkı red edilen Perizat’ın dine karşı cesur çıkışları (<i>Kalenderiye, s.170 )</i> bize hiç tuhaf gelmez. Çünkü aşk yüzünden delirmiş kadınların hormon baskısıyla nelere kadir olabildiklerine dair bir takım örnekler biliriz, yaşamış ya da tanık olmuşuzdur. Perizat’ı en çok yaralayan belki red edilmekten, dedikodu konusu olmaktan öte, ona aşık olan erkekle(Bahri bey), onun aşık olduğu erkeğin (Şeyh Yusuf) onu dışlayan, akıl sır erdiremediği birlikteliğidir.<span> </span>Burada romanın örtük anlamı, olay örgüsünü aşar ve bu birliktelik<span> </span>adeta kadınları dışlayan ataerkil hayatın bir simgesine dönüşür. Perizat’ın isyanı yenilgiyle sonlanacaktır. Dönem, feminist öncüler için erkendir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span><i>Kalenderiye</i>, şeyhi tarafından dervişlikten ve toramanlıktan affedilen , dolayısıyla sağ kalan sabık isyancı bir anlatıcının<span> </span>aktardıklarıyla bitecektir. Sıra dışı insanlarla dolu bu romanda anlatıcı, sıradan insanın sağ duyusunu temsil eder. O da yaralı bir erkektir, Perizat’a aşık olmuş, aşkına karşılık bulamamanın acısını yaşamış ve durumu kabullenmiştir: Perizat gibi sıra dışı bir kadının onun gibi vasat bir adamı sevmesi mümkün değildir. Saygı duyduğu cinsel perhize bilerek bilmeyerek gerçekçi bir eleştiri getiren de bu kişidir; etliye sütlüye karışmadan iyi olabilmek neye yarar diye soracaktır :<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span>‘’…hiçbir şiy itmeden iyi kimesne olabilmeyi seçmişler…hiçbir şey itmeden iyi olabilmek bana iyilik gibi görünmedi…’’</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"> der; ama görüşünü iddiaya büyütmeden orada sınırlandırır. (<i>Kalenderiye</i>, s.171) <i><o:p></o:p></i></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">Sonuçta esirler serbest kalacaktır, bundan sonraki hayatları belki başka bir romanın konusudur. İsyanın bu kolu, ele başı Yusuf’un yaşam gücü tükendiği için<span> </span>her halde dağılacaktır. Genel olarak asilere ne olduğunu ise tarihsel gerçeklikten biliyoruz, yenilecek, işkence görecek, idam edileceklerdir. Osmanlı, Türklerin<span> </span>bütün isyancı genlerini yok etmenin üstesinden gelmiştir. Anadolu’nun dur durak<span> </span>tanımayan baş kaldırılarından, başkaldıranların elde edebildikleri hiçbir şey yoktur! Ölen öldüğüyle kalacak, roman kahramanlarından, tesadüfen paçayı kurtara İmren Bali esnaflığa devam edecek, anlatıcı olayları nakledecek, Pir Yusuf ise -yarı ermiş/yarı deli, yoksul bir derviş olarak Anadolu’da dolaşacak, şiirler söyleyecektir.<span> </span>Onun hikayesi, başka ozanların dilinde yankılanacak, ve üç yüz kusur yıl sonra, 19. yüzyılda bir başka ozanın risalesine konu olacaktır (<i>Kalenderiye</i>, s. 184-5) <span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;">İnsanlar göçer, gider; söz bellekten belleğe geçerken değişir, unutulur; kalırsa yazı kalır…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Palatino Linotype"; font-size: 10pt;"><span> </span><i><o:p></o:p></i></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="margin-left: 0cm; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><!--[if !supportLists]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-list: Ignore;">1)<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; font: 7.0pt "Times New Roman"; line-height: normal;"> </span></span></span><!--[endif]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">Gürsel Korat, <b>Zaman Yeli</b>, YKY, 2015 (ilk baskı 1995)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="margin-left: 0cm; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><!--[if !supportLists]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-list: Ignore;">2)<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; font: 7.0pt "Times New Roman"; line-height: normal;"> </span></span></span><!--[endif]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">Gürsel Korat, <b>Güvercine Ağıt, </b>YKY, 2016, (ilk baskı, 1999)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="margin-left: 0cm; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><!--[if !supportLists]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-list: Ignore;">3)<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; font: 7.0pt "Times New Roman"; line-height: normal;"> </span></span></span><!--[endif]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">Gürsel Korat, <b>Kalenderiy</b>e, YKY, 2017 (ilk baskı, 1998)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="margin-left: 0cm; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><!--[if !supportLists]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-list: Ignore;">4)<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; font: 7.0pt "Times New Roman"; line-height: normal;"> </span></span></span><!--[endif]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">Halim Şafak, ‘<i>’Tarih Tezi Öne Sürmek Edebiyatçıya Düşm</i>ez’’, Cumhuriyet Kitap, 3 Nisan 2008<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="margin-left: 0cm; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;"><!--[if !supportLists]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-list: Ignore;">5)<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; font: 7.0pt "Times New Roman"; line-height: normal;"> </span></span></span><!--[endif]--><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;">Erendiz Atasü, ‘<i>’Anadolu’nun Kayıp Tarihi’’</i>, Kitap-ık, sayı 202, s.171-177, Nisan 2019;<o:p></o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpLast" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;"><span> </span><o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman";"><span style="color: red;">Kitap-lık Haziran-Temmuz 2021’de yayımlanmıştır.</span><span style="color: #ed7d31;"><o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 35.45pt; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;"><o:p> </o:p></span></p><p class="MsoListParagraphCxSpLast" style="-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px; caret-color: rgb(0, 0, 0); color: black; font-family: Calibri; font-size: medium; font-style: normal; font-variant-caps: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 36pt; orphans: auto; text-align: justify; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 11pt;"><o:p> </o:p></span></p><p><style class="WebKit-mso-list-quirks-style">
<!--
/* Style Definitions */
p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal
{mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
margin:0cm;
margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoFootnoteText, li.MsoFootnoteText, div.MsoFootnoteText
{mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-link:"Footnote Text Char";
margin:0cm;
margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:10.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
span.MsoFootnoteReference
{mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
vertical-align:super;}
p.MsoListParagraph, li.MsoListParagraph, div.MsoListParagraph
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpFirst, li.MsoListParagraphCxSpFirst, div.MsoListParagraphCxSpFirst
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpMiddle, li.MsoListParagraphCxSpMiddle, div.MsoListParagraphCxSpMiddle
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
p.MsoListParagraphCxSpLast, li.MsoListParagraphCxSpLast, div.MsoListParagraphCxSpLast
{mso-style-priority:34;
mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-type:export-only;
margin-top:0cm;
margin-right:0cm;
margin-bottom:0cm;
margin-left:36.0pt;
margin-bottom:.0001pt;
mso-add-space:auto;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
span.FootnoteTextChar
{mso-style-name:"Footnote Text Char";
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-unhide:no;
mso-style-locked:yes;
mso-style-link:"Footnote Text";
mso-ansi-font-size:10.0pt;
mso-bidi-font-size:10.0pt;}
.MsoChpDefault
{mso-style-type:export-only;
mso-default-props:yes;
font-family:Calibri;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:Calibri;
mso-fareast-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-ansi-language:TR;}
/* Page Definitions */
@page
{mso-footnote-separator:url("Macintosh HD:private:var:folders:hz:4k99y4xn3jz_3js3qm61n9xw0000gn:T:TemporaryItems:msoclip:0:clip_header.htm") fs;
mso-footnote-continuation-separator:url("Macintosh HD:private:var:folders:hz:4k99y4xn3jz_3js3qm61n9xw0000gn:T:TemporaryItems:msoclip:0:clip_header.htm") fcs;
mso-endnote-separator:url("Macintosh HD:private:var:folders:hz:4k99y4xn3jz_3js3qm61n9xw0000gn:T:TemporaryItems:msoclip:0:clip_header.htm") es;
mso-endnote-continuation-separator:url("Macintosh HD:private:var:folders:hz:4k99y4xn3jz_3js3qm61n9xw0000gn:T:TemporaryItems:msoclip:0:clip_header.htm") ecs;}
@page WordSection1
{size:612.0pt 792.0pt;
margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt;
mso-header-margin:36.0pt;
mso-footer-margin:36.0pt;
mso-paper-source:0;}
div.WordSection1
{page:WordSection1;}
/* List Definitions */
@list l0
{mso-list-id:124933618;
mso-list-type:hybrid;
mso-list-template-ids:836421258 69140497 69140505 69140507 69140495 69140505 69140507 69140495 69140505 69140507;}
@list l0:level1
{mso-level-text:"%1\)";
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level2
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level3
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level4
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level5
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level6
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
@list l0:level7
{mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level8
{mso-level-number-format:alpha-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:left;
text-indent:-18.0pt;}
@list l0:level9
{mso-level-number-format:roman-lower;
mso-level-tab-stop:none;
mso-level-number-position:right;
text-indent:-9.0pt;}
-->
</style></p><div><br clear="all" /><hr align="left" size="1" width="33%" /><div id="ftn1"><p class="MsoFootnoteText"><span style="font-family: helvetica; font-size: x-small;"><a name="_ftn1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR"><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR">[1]</span></span></span></span></a><span lang="TR"> </span><b><span lang="TR">Zaman Yeli</span></b><span lang="TR"> başka bir çalışmada(5) incelenmiş olduğu için burada diğer iki roman üzerinde durulacaktır</span><span lang="TR"><o:p></o:p></span></span></p></div><div id="ftn2"><p class="MsoFootnoteText"><a name="_ftn2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR"><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica; font-size: x-small;">[2]</span></span></span></span></span></a><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica; font-size: x-small;"> Gürsel Korat bir sohbet sırasında böyle bir kabartmaya rastladığını söylemiştir.</span><o:p></o:p></span></p></div></div><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-62460857326186369492021-05-02T09:41:00.004+03:002021-05-02T15:33:30.252+03:00ÇOCUK KURMACALARI<p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: "Times New Roman"; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-TV-bPL-si0Q/YI5H64tBnqI/AAAAAAAAEis/HMQcPxPfn5Mfc_EZsclBAKSsa7Mhx8mkgCLcBGAsYHQ/s2048/Auguste%2BHerbin.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1380" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-TV-bPL-si0Q/YI5H64tBnqI/AAAAAAAAEis/HMQcPxPfn5Mfc_EZsclBAKSsa7Mhx8mkgCLcBGAsYHQ/s320/Auguste%2BHerbin.JPG" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; font-family: "Times New Roman"; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Auguste Herbin, Modern Art Gallery, Paris G.Korat 2014</span></div><div class="separator" style="clear: both; font-family: "Times New Roman"; text-align: center;"><br /></div><span lang="TR"><p class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span style="text-indent: 1cm;"><span style="font-family: helvetica;">Çocuk kurmacasında temel ilke çocuğun yakın ve somut çevresindeki benzerliklerden hareketle duyguların, duyuların ve empatinin farkına vardırmaktır. </span></span><span style="font-family: helvetica; text-indent: 1cm;">Çocuk somut düşünür; dolayısıyla onun anlamayacağı kavramlaştırmalardan uzak durulmalıdır. Çocuk oyunlarında şiddet, öfke, kan dökücülük, intikam, kıskançlık, saldırganlık ve ötekine düşmanlık olmaz. Fakat bu açıdan bakıldığında geleneksel masalların çoğunun sınıfta kaldığı açıktır.</span></p></span><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Çocuklar için yazılan kurmaca öykülerin tamamında sorun çocuklar tarafından çözülür, merkeze çocuğun eylemi konulur ve yaratıcı çözümler bulma arzusunu kışkırtılmış olur. Fakat her öykünün böyle olması gerekmez; çünkü zor durumda kalan birine yardım da iyi bir şeydir. Yardımseverlik öykülerinde sorun topluluk tarafından çözüldüğü için dayanışma duygusu öğretilir ve yazarın böyle bir seçeceği aklında tutması da iyidir. <o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Çocuk yazınında eğlence duygusu, merak ve heyecan özel bir önem taşır. Bir de özellikle toplumun gelenekselleşmiş düşünce kalıplarından uzak durmak, kadın ve erkek rollerini insanlığın bugününe uydurarak konumlandırmak metni çağa uygun hale getirir. </span></span><span style="font-family: helvetica; text-indent: 1cm;">Örneğin Pamuk Prenses hikayesinde üvey annesi tarafından kıskanılan kız çocuğu, üvey anne, yedi cüce ve prens gibi figürler tamamen yerleşik erkek dünyasının aklıyla kurulmuştur ve bunları öğrenerek büyüyen bir çocuğun toplumdaki geleneksel cinsiyet kalıplarına göre düşünmesi kaçınılmaz olacaktır. </span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Küçük çocuklar söz konusu olduğunda yazınsallık önemsiz sayılmamalıdır. Çünkü çocuk hikâyelerinde duyuları öne çıkarmayan, mekanı tanımlamayan, çevreyi vurgulamayan anlatım tercihleri yüzünden, insanın içsel niteliklerinden habersiz kuşaklar yetiştirmek işten değildir.<o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Çocuğun dikkat süresi ile ilgili sorunlara da dikkat etmek gerekir. Örneğin, çocuk oyunlarında ara verilmez. Oyun başlatılır ve bitirilir. Oyunun süresi bir saati aşmaz. Bir saatlik çocuk oyununun dramatik akışı, çocuğun oyuna katılmasını ve dikkat dağınıklığı yaşamadan izleyebilmesini sağlayacak çıkışlar içinde kurulur. Öncelikle çocuğun ilk on dakikada oyuna katılması sağlanacak biçimde eğlenmesi ve olaya girmesi hesaplanmalıdır. <o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Çocuklara yönelik kurmacaların en belirgin kusuru didaktizmdir. Şüphesiz çocuklar temel bir estetik görüşten yoksun olduklarından didaktik metinlerde bile coşkuya kapılırlar. Yapılması gereken şey, onlara söz ve müzik ahengiyle dolu yaşantılar sunmak, ayrıca parmağını uzatmış bir öğretmen gibi değil de yaşamı sevdiren bir pamuk nine gibi yaşamın güzelliğini öğretmektir.<o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><span lang="TR"><span style="font-family: helvetica;">Çocuk için hayvan, insan veya nesne, eğer ona bir bilinç atfediyorsak, tartışmasız kabul edilecek bir şeydir. Aslında bu iyi anlatıldığında yetişkin için de geçerlidir. Buna kurmacada “şüphenin askıya alınması” denilir; yani okuyucu/izleyici, anlatılan şeyin abartılı olduğunu düşünse bile oyun/öykü süresince durumu kabullenir. Üstelik çocuklar sanatsal yaşantıya heyecansal tepkiyle ve hatta bedenle katıldığı için burada gerçek anlamda “iyi işleyen” bir zemin vardır. Bu nedenle onların kolayca sınayabileceği küçük olayları seçmek, ayrıca bunlarla özdeşleşen çocuğun kendi deneyleriyle hayatı öğrenmesini kolaylaştıran örnekler bulmak çok yerinde olur.</span><br /></span><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-75031346592367401092021-01-28T14:30:00.001+03:002021-01-28T14:30:31.944+03:00Abdülcanbaz<p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><i><span style="font-size: 16pt;"> </span></i></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_FA2tEVCzoYBp52PCpzuD7AwCq2H-MD9yrGNDD7oDUyUqniEcqbuyhRb8cn14amHA8Fw2Tovy3SHSjgg6-wwxt2nZXuM4NCgHz9XcaNJf5NpeQrn3MBe_Gi6kxD16Ai-zTpIqYYC80sLV/" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="518" data-original-width="375" height="298" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_FA2tEVCzoYBp52PCpzuD7AwCq2H-MD9yrGNDD7oDUyUqniEcqbuyhRb8cn14amHA8Fw2Tovy3SHSjgg6-wwxt2nZXuM4NCgHz9XcaNJf5NpeQrn3MBe_Gi6kxD16Ai-zTpIqYYC80sLV/w216-h298/1.jp2" width="216" /></a></div><p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><i><span style="font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><o:p> </o:p></p><div><div style="text-align: justify;">Kırk yıl önce <i>Cumhuriyet</i>’te Abdülcanbaz maceralarının tefrika edildiği zamanları düşünüyorum. Kırk yıl aradan sonra bunları yeniden okuduğumda, hem geçmiş zamanın çağrışımları, hem de şimdiki zamanın izlenimleri yan yana geldi ve Turhan Selçuk’u geleceği tahmin etmek bakımından bir kez daha çok derinlikli buldum. Fakat kadın ve erkek rolleri konusundaki yargılarının –ne kadar eleştirirse eleştirsin- erkek bakış açısına uygun olduğu da aklımdan geçmedi değil.</div><div style="text-align: justify;">Turhan Selçuk, okurundan felsefi sonuçlar üretmesini bekler. Bu yapıtları okuyup da zaman, mekan, cinsiyet, oluş, değişim, yaşamın anlamı gibi varoluşsal sorunları tartışma konusu yapmamak mümkün değildir.</div><div style="text-align: justify;">Kırk yıl önce aklıma gelmeyen bir şeyin, insan teninin felsefesini yapmanın, kırk yıl sonra aklıma gelmesi sanırım bundandı. Çünkü kendimi çıplak çizilen karakterleri yadırgarken yakalamıştım. Onların tefrika edildiği koşullarda, karakterlerin çıplak olmasının günümüze göre avangardlığı aklımdan geçti. O yıllarda yadırgamadığımı bu yaşımda yadırgamam, dönemin ruhuyla ilgili olabilirdi kuşkusuz. Fakat benimle de ilgili olabilirdi. Zamanın ruhuna bağlı olarak iç dünyamızdaki algılayış, hep kaçındığımız yönde değişir miydi acaba? </div><div style="text-align: justify;">Kesin olarak emin olduğum bir şey var, bugün bu yapıtlar çizilmiş olsa editör “şu kadınları giydir” derdi Selçuk’a, “bu insanlar niye çıplak geziyor, giysileri yok mu?”</div><div style="text-align: justify;">Oysa Turhan Selçuk’un bu tutumu çok önemli bir tavır olarak bir kenara not edilmeli. İnsanı çıplak olarak irdelemek onu bütünüyle kavramanın yollarından biridir. Çünkü sanat insanın bedensel ve ruhsal olarak başkalarının gözü önünde hem gerçek hem de mecazi anlamda çıplak olmasını gerektirir. Bu “olduğu gibi görünme” hali sanatçının aradığı insan hakikatidir. Dolayısıyla Turhan Selçuk’un karakterlerinin giyinikliğinde ve çıplaklığında onların sosyolojik görünümü değil ontolojik bütünlüğü öne çıkar.</div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-aEbkOl5r7A7hzlMmWjSBL54t4wiGOGwxQkszd5aKUgPhIjR95XuKN25TakevSz0hPsAnZR7tB4jp3Hl63hStNez_nOXh9Dk0c0Z2ra4aGLyoFotZY-7YYZuXViAESk6xtlNO8zA3dqLo/" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img alt="" data-original-height="499" data-original-width="377" height="310" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-aEbkOl5r7A7hzlMmWjSBL54t4wiGOGwxQkszd5aKUgPhIjR95XuKN25TakevSz0hPsAnZR7tB4jp3Hl63hStNez_nOXh9Dk0c0Z2ra4aGLyoFotZY-7YYZuXViAESk6xtlNO8zA3dqLo/w234-h310/2.jp2" width="234" /></a><div style="text-align: justify;">Altmışlı yıllardan itibaren zenginlikleriyle ve görgüsüzlükleriyle yabancı sermayeye kapılanmış, acımasız, halkı tümüyle hakir gören, bütün değerleri para ve zenginlik üzerine kurulu bir zengin sınıf vardı. Bu sınıf iktidarda olanların o kadar desteğini almıştı ki, sinemada yahut herhangi bir kitapta eleştirildiği zaman bu ya “servet düşmanlığı” sayılır, ya da komünizm propagandası yapmak olarak görülürdü. Sermaye sınıfı değerlerinin hayasızca, ikiyüzlüce göklere çıkarıldığı o dönem aslında eski toplumdaki beylerin ve paşaların zengin olarak tecelli etmiş hali olsa gerekti. Bu nedenle toplumun bu yarı burjuva seçkinleri aydınlar katında nefret uyandırmış, halktan ise korku ile</div><div style="text-align: justify;">karışık bir saygı görmüştür. “Aman kimse kapitalizm ve sınıflar hakkında bir şey söylemesin” diye en ufak eleştiri şiddetle bastırılıyor, aydınlar büyük baskı altında tutuluyordu. Aziz Nesin’in evinde arama yapan polislerin bir mektuptaki y harfine takılarak “Bu y’nin kuyruğu niye böyle kıvrık?” diye sorabildiği, Sait Faik’in “Medarı Maişet Motoru” adlı romanının salt adı nedeniyle sınıf düşmanlığını akla getireceği nedeniyle adının değiştirildiği bir ülkede, 1960 sonrasında, gücünü Anayasa değişikliğinden alan kısmi özgürlükler yüzünden durum değişti. O yıllarda ilk kez açıktan açığa “Alın size sınıf düşmanlığı” dercesine, çatır çatır sınıfsal eleştiri yapan bir sanat patladı. Köyler, yoksullar, işçiler edebiyatta öne çıktı. Mizah zaten yapısı gereği siyasal eleştiriye yaslanır; 1960’lar solun 1940-60 arasındaki korkunç baskıya karşı, en azından edebi yollardan ve özellikle mizah üzerinden öç alışının doruğu sayılmalıdır. Şüphesiz buradan fazlasıyla politikleşmiş bir edebiyat da doğdu fakat bu konudaki tavır zaman içinde hızla sanat lehine değişti.</div><a href="https://lh3.googleusercontent.com/-Y7WJaPr4L4A/YBKfKFVMhUI/AAAAAAAAEgA/yiNIO8alR1cB9SW4z8Ac9iN4llyYTGcBgCLcBGAsYHQ/3.jp2" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img alt="" data-original-height="309" data-original-width="330" height="240" src="https://lh3.googleusercontent.com/-Y7WJaPr4L4A/YBKfKFVMhUI/AAAAAAAAEgA/yiNIO8alR1cB9SW4z8Ac9iN4llyYTGcBgCLcBGAsYHQ/3.jp2" width="256" /></a><div style="text-align: justify;">Zenginlerin ve üst sınıfın nobranlığını keskin hatlarıyla gösteren Abdülcanbaz dizisi bütün Turhan Selçuk romanları gibi politikaya doğrudan dalmıştır. Politika ile gülmecenin iç içe geçmesi her zaman kabul edilebilir ama kanımca Abdülcanbaz serisini gülmece alanı içinde değerlendiremeyiz. Turhan Selçuk romanlarında gülmek, güldürmek amaç değildir. Bu romanlardaki Dionizyak etki eğlenceden değil yaşamın kavranışındaki hakikat duyusundan gelir. Özellikle kadın bedenini zayıfıyla şişmanıyla estetize eden Turhan Selçuk, erkek bedenini iyilikleriyle orantılı olarak idealize eder. Onun çizgilerindeki komprador adamlar yahut üst sınıftan bütün erkekler çirkin, göbekli ve ahlaksızdır. Oysa ideal erkekler, örneğin Abdülcanbaz ve Karanfil Hoca, diğerleri gibi hem ahlaki zayıflık içinde değildir, hem de bilime olan sevgileri onları üstün hale getirir.</div><div style="text-align: justify;">Ne var ki çalışan sınıflardan yana tavır alan bir kişi olduğu halde, Turhan Selçuk’un zengin ailelerin yanında çalışan kadınlara bakışındaki kayıtsızlık şaşkınlık vericidir. Onları bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendilerine reva görülen şeye karşı koyan, bunların farkına varan kişiler olarak göstermez. Örneğin Bir Köpeğin Anıları’nda Cavidan, Kumru ve Bürümcük adlı kadınlar cinsellik bakımından erkek dünyasının belirlediği sınırlarda yaşayan, bedenlerini o dünyaya sunmayı öğrenen kişilerdir. Burada Turhan Selçuk’un kadınların bu hale düşürülmesini eleştiren bir yaklaşımı olduğu da akla gelebilir ama kadınlardan karakter tavrı olarak yükselen bir itirazın olmayışı düşündürücüdür. Öyle anlaşılıyor ki Turhan Selçuk burada “kendinde” olan, yani sınıf bilincine ulaşarak “kendisi için” düşünmeyi başaramayan insanları göstermekte ve tepki göstermeyi bir bilinçlenme edimi gibi ele almaktadır. Fakat bazen insani tepkinin herhangi bir bilinçli insanın gösteremeyeceği kadar keskin olduğunu da unutmamak gerekir. </div><o:p> <br /></o:p><i>Turhan Selçuk’un Sanatı<br /></i><i>Sempozyum Bildirisi <br /></i><i> <br /></i><i>Milas Belediyesi/ Ağustos 2020<br /></i><i>(Kısaltılmıştır)</i></div><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p></o:p></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-47075237507692194642020-11-11T12:30:00.005+03:002020-11-11T12:50:16.336+03:00YAZARIN SEÇİMİ<p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-XV9bMtEGSL8/X6uzH18mneI/AAAAAAAAEeU/m3FGbUgPJ64_-iRz_Yf2PEDX5rexs3MnQCLcBGAsYHQ/s680/Andrea%2BKowch%253AReunion.jpg" style="font-style: italic; margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-indent: 21.3pt;"><img border="0" data-original-height="680" data-original-width="680" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-XV9bMtEGSL8/X6uzH18mneI/AAAAAAAAEeU/m3FGbUgPJ64_-iRz_Yf2PEDX5rexs3MnQCLcBGAsYHQ/s320/Andrea%2BKowch%253AReunion.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;"><i>Andrea Kowch, Reunion</i></span></div><i><span style="font-family: Arial;"><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><i><span style="font-family: Arial;"><br /></span></i></p></span></i><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><i><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Varoluşsal suçluluk, </span></i><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">kanımca<i> </i>Adem ve Havva’dan hareketle tek tanrılı dinlerden geliyor ve insanın bir günahın meyvesi olduğu fikrine dayanıyor. Bu nedenle modern edebiyatın, insanın doğuştan suçlu olduğu görüşüne itiraz edenler tarafından biçimlendirildiğini düşünürüm: Emile Zola suçun toplumsal eğitimle aktarıldığını öne sürerek varoluşsal suçluluğa itirazın yolunu açmıştı, psikanaliz sonrası edebiyatta bu itiraz derinleşmiş, totaliterlik, babalık ve özgürlüğün kısıtlanışı arasındaki ilişkiler Kafka ve Joyce sonrasında görünür hale gelmişti. Varoluşçuluk da varoluşsal suçluluğa, doğuştan geldiği söylenen ve <i>kendimize ait olmayan suçlardan ötürü yargılanamayacağımızı </i>söyleyerek karşı çıkmaktaydı: Çünkü varoluşçuluğa göre insan özgürlüğünü kendisi kurar, bu nedenle kader yoktur ve insan yalnızca seçimlerini yaparak kendi ahlâki sorumluluğunu inşa eder. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Romanlarımda <i>varoluşsal suçluluk</i> yerine <i>varoluşsal dönüşüm</i>le uğraşmamın bu tartışmalardan beslenen bir yanı var. Kanımca kader insan eyleminden gelir ve dolayısıyla insan, kendini var eden yahut ezen toplumsal yapıları şikayet ederek değil onları dönüştürmeye çalışarak, bir eylem yoluyla kaderini kurmuş olur. Bunun bir romandaki en belirgin karşılığı, karakterlerin açmazlardan dönüşerek çıkması ve yazarın daha önce benzeri olmayan bir dille bu açmazları göstermesidir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Toplumun gurur duyduğu geçmiş zaman hikayeleri kadar başarısızlık hikayeleri de hep vardır. İnsan, kendisinden önce yaşanan olaylarda, zaten hiçbir pay sahibi değildir. Dolayısıyla, geçmişteki bazı olaylar hoşuna gitse de, bazıları için de üzülür. Fakat sağlıklı bir zihin yapısı, hiçbir zaman geçmiş başarılardan ya da yenilgilerden ötürü kendini suçlu ya da haklı bulmaz. Onun sorumlu olacağı şeyler kendi eylemlerinden doğanlar olabilir. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">İşte bu durumun yazardaki karşılığı şudur: Bir yazar, anlattığı olaylar karşısında bir “taraf”ı temsil etmekten yahut suskunluğu seçip “geçmişteki olayı dolaylı olarak onaylamak”tan kaçınmaladır. Yalnızca bu tavrı seçen bir yazar “insanlık kültürü dairesi”ne adım atmış sayılır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Çocukken bile tarihin bize ve başkalarına göre farklı biçimlenebileceğini sezen bir ferasetim vardı. İnsanların kendi dinsel inancının haklılığından kuşku duymadığını, her inancın da kendi içinde tutarlı olduğunu küçüklüğümden itibaren seziyordum. Etnik ve dinsel tutuculuğa göre biçimlenen bir yerde yetiştiğim ve hatta bunun yoğun propagandası içinde kaldığım halde, fanatizmden hiç hoşlanmadım. Beni her zaman insanlığın bütünlüğü ilgilendirdi. Çünkü bir olayı “biz”e göre anlattığımızda başkasının aynı olayı kendisine göre açıklayabildiğini hissediyordum. Egemen kültürde doğup yetişsem de bu, “öteki” karşısındaki merakımın benimle birlikte büyümesini engellemedi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">“Biz” Orta Asya’dan geliyor ve buraları “ele geçiriyor”duk. Hep savaş halindeydik, “başka milletlere boyun eğdiriyor”duk. Bu anlatı dilini eski çağlardaki anlayışa uygun bulsam da yaşadığımız dönemle bağdaştıramıyordum. Görüşlerini beğenmediğim yan komşumun evini işgal edip onu evinden kovmak ve “Burası benim evim!” diye bağırmak gibi bir şeydi bu. Geçmişte olan bu şeyi bugünün ölçüleri içinde savunmam mümkün görünmüyordu. Üstelik geçmişteki savaşlarla övünmeyi de anlamıyordum. Tarih yoluyla <i>bugünkü zaman</i> üzerinde yaratılan ideolojik manipülasyon bana göre kabul edilebilir değildi. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Romanlarımda herhangi bir etnik kişiliğin, bir dinin ya da ideolojik kimliğin ön plana çıkmaması, gençliğimden beri izini sürdüğüm <i>evrensel</i> bakış açımdan kaynaklanıyor. Antik Yunan’da sağduyuyu temsil eden koro gibi, beni de bütün insanlığın vicdanını temsil eden, içimde yankılanıp duran bir “insanlık korosu” sürekli uyarır; üstelik insanlığa mal olmuş yazarların da bu koronun diliyle konuştuğunu hep hissederim. Anadolu’nun bütün kültürlerini yani ortodoksları, kalender zümrelerini, sünni cemaatleri ya da doğa dinlerini eşit bir uzaklığa çekilerek anlatabildiysem işte bu sayededir. Kendi kültürel konumumu “biz” olarak meşrulaştırıp diğerlerini yok saymaktan bu sayede kaçındım. Ötekinin haksızlığından mağduriyet çıkarıp kendi haksızlığından yiğitlik devşiren nobranlık ve kibirden uzak durmamı sağlayan şey ise, evrensellik fikrinin dayandığı nesnel bakış yöntemi oldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Gençliğimde nitelikli romanlar kadar propaganda içerikli romanlar da çok yaygındı. Fakat o yaşımda bile politik içerikli romanların katarsise dayalı bir “haklı dava” bakışı içerdiğini fark etmiştim. Bana göre “bizimkiler”in haklı olduğu ve ötekinin rezilliğinin açıkça gösterildiği bu romanlarda hayali doyumdan başka bir şey yoktu. Bugün, dinsel ve hamasi romanlar yazan ve bununla sanatı ıskalayanları gördükçe aklıma o günler gelir. Oysa sol kültür genel olarak bu yanlışlığı sezmeyi zamanında başardı ve propagandayı sanatsal eylemin dışına sürdü. Bu yaklaşımın farkına varmam sayesinde sanatla siyasetin ayrılığı konusundaki görüşlerim kökleşti. Şolohov’un <i>Durgun Don’</i>da Bolşeviklerin değil de Kazakların arasında yaşanan bir dramı anlatmasına bu yüzden hiç şaşmadım. Politik açıdan karşıt olanların benzer sanat yapıtları üretebilmesi bana ilginç geliyordu. Dali ile Picasso, dünya görüşleri açısından değerlendirilirse ikisinden birinin üstünü çizmek gerekirdi; fakat sanatları açısından bakınca ikisini de beğenebileceğimizi görüyordum. Başka düşünceleri küçümsemeden solcuları anlatmam, solculukla övünmeden herkesi insanlık çerçevesinde bir araya getirmem bundandır. Kanımca yazarın ödevi kendi varoluş biçimini herkesin gözü önünde onaylamak değil, kendi siyasal konumundaki kişilere bile eleştirel gözle bakabilmektir. Öbür türlü “propaganda ve sanat”, “iktidar ve sanat” kavramları arasındaki derin ayrılık görülemez.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Yalnızca din ve milliyet konularına değil, cinselliğe bakış da yazarın varoluşsal suçluluk konusundaki yaklaşımını net olarak gösterir. Yazarların bu konularda bir ahlakçı gibi vaaz verdiğine zaman zaman rastlanır. Oysa insanın her şeyine açıklıkla bakmakla yükümlü olan sanatçının cinsellik konusunda kesin bir hükümle ve tek cinsiyetin bakış açısıyla kendini sınırlaması yanlıştır. Yazar, bütün yerleşik değerlerin ve kendi cinsel konumunun ötesine çıkarak düşünmekle mükelleftir. Çünkü yazar kendi bedenindeki her şeyle ve kafasında taşıdığı her bilgiyle karşı karşıya geldiğinde o güne kadar bilmediği ve hatta kabul etmediği bir şeyle yüzleşmek zorunda kalabilir. Böyle bir durumda önyargılar değil, hakikatler yazarın ahlaki seçimine etki edecektir. Hatta yazarken ortaya çıkardığı ve o güne kadar farkına varmadığı birçok şeyle yüz yüze gelen yazar, toplumsal değerlerle bağdaşmayan bir hakikati açıklıkla sergilediği için büyük bir övgüyü hak eder. İşte bu, yazar ahlakıdır ve bildiğimiz genel ahlaktan başkadır; hiçbir şeyle ölçülemez, o yüzden de yargılanamaz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">“Yazarın toplumsal değerlerle bağdaşmak zorunda olduğunu” söylemek, yazarlığı bomboş bir onay ve propaganda aracı olarak görmek demektir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Çağımızın cinsel suçları varoluşsal olarak asla suçlanamayacak, doğuştan getirilen cinsel kimlikleri önyargısız bir biçimde ele alamayan insanların eseridir. Bu nedenle edebiyat bu alana el attığında bir dilsel arınma eylemi yaşamalı ve cinsiyetlere göre yapılandırılmış basmakalıp söylemlerden uzaklaşmalıdır. İçine doğduğumuz dünya cinsiyetçi bir dille örülüdür ve bu dil yüzünden edebiyatın ve bilimin dışından beslenen her insan kültürel cinsiyet kodlarını varoluşsal bir hakikat sanabilir. Ne var ki bilim kavramsal olarak, sanat da eylemsel olarak bu seçimlerden birini onaylamaktan kaçınmak zorundadır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Gençliğim cinsiyetçiliğin yarattığı tahribata itiraz eden bir toplumsal çevrede geçti; Simone de Beauvoir’ın kitaplarını on yedi yaşımda okumak mutluluğuna eriştim. Kadınları ve erkekleri toplumsal kodlarından arındırmaya böyle başladım. Belki de bu sayede <i>Yine Doğdu Tanyıldızı’</i>nda eşcinsel aşkı anlatabilme mutluluğunu yaşadım. Kanımca bütün cinsiyetler eşit haklara sahip iç dünyalar olarak değerlendirilmelidir. <i>Yazarın yalnızca nötr cinsiyet dilini kullanarak</i> <i>başarılı bir yazar olabileceğini</i> hep söylemem bundandır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Yazar, ırk, din ve cinsiyet ayrımından uzak bir anlatı düzenini seçerse tüm insanlığı sezebilir. Böylece kendi kültür çerçevesini, cinsiyetini veya dinini suçlamak ya da onaylamak gibi aşırılıklar içine girmez.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 21.3pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Psikiyatride, felsefede ya da edebiyat araştırmalarında varoluşsal suçluluk kavramı dikkate değer. Ama benim yazarlığım varoluşsal dönüşüm, insanlığa yönelik merak ve yaşama sevinci ekseninde devam edeceğe benziyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><i><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Varlık Dergisi<o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><i><span style="font-family: Arial;"><o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><i><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; line-height: 16.866666793823242px;">Ekim 2020<o:p></o:p></span></i></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-79945863494284229732020-09-15T22:34:00.009+03:002020-09-17T19:50:07.186+03:00ÖLÜMÜN KARDEŞİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-oWXROzFA7a4/X2EWcGrIsQI/AAAAAAAAEbw/0MVkKvpEKBwwluY1Sv5BC8M7rtSirdrsgCLcBGAsYHQ/s557/ClytemnestraMurder%2Bof%2BAgamemnon.%2BPierre%2BGuerin.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="490" data-original-width="557" height="390" src="https://1.bp.blogspot.com/-oWXROzFA7a4/X2EWcGrIsQI/AAAAAAAAEbw/0MVkKvpEKBwwluY1Sv5BC8M7rtSirdrsgCLcBGAsYHQ/w442-h390/ClytemnestraMurder%2Bof%2BAgamemnon.%2BPierre%2BGuerin.jpg" width="442" /></a></div><p align="center" class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;"><span style="font-size: x-small;">Clytaimnestra, Murder of Agamemnon. Pierre Guerin, 1817</span></p><br /><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Robert Schneider’in <i>Uykunun Kardeşi</i> adlı bir romanı vardır; ölümü anlatır. Aslında Tanrıça Nyx’in iki çocuğundan birinin adı Ölüm, öbürünün adı Uyku olduğuna göre, kim kimin kardeşi olarak tanımlanırsa tanımlansın durum değişmez: Ölümü ya da uykuyu anan herkes unutmaya vurgu yapmış olur. Çünkü ölümle uykunun ortak noktası unutmadır; Antik Yunan düşüncesinde Lethe Irmağı’nın suları üstünden geçtikten sonra, yahut mezara konulunca başlayan bu süreç ruhun zaman içinde uyanışıyla birlikte anımsamaya dönüşür. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Demek ki unutma da anımsamanın kardeşidir.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Fakat uyuyan kişiyle ölen kişinin unutuşu eş güçte değildir. Ölümdeki unutma halinin dönüşü yokken uykununki geçicidir. Bu nedenle onları eş güçte kardeşler olarak göremeyiz. Ölüm tam uykudur, uyku ise birazcık ölmek.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Ölümün dönüşsüz bir unutuş olduğu gerçeği, <i>bir ölüp geleyim</i> diyene hiçbir koşulda rastlanmadığı için tartışmasızdır; bu nedenle ölümden sonra insan için hakikatin ne olduğunu bilemeyiz. Fakat uykuya gidenin belli bir süre için unutacağını biliriz ve onun <i>bir uyuyup geleyim</i> demesi bizde endişe yaratmaz.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Ne var ki, insanın bir de varoluşsal unutkanlığı vardır: Bir yaşantının üstünden zaman geçtikten sonra ayrıntılar aklımızdan silinir ve olaylar akılda başka türlü yer etmeye başlar. İnsan en çok yanlış anımsadığı şeyler yüzünden yalancı gibi görünmektedir. Şüphesiz, insanın yalancı olduğu için yanlış anımsadığı da söylenebilir.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">İnsanın doğasından gelen bu varoluşsal unutuş beni çok etkilemiştir; ilkgençlik yıllarımdayken, annemle babam bebekliğimde geçen bir olayı bana ne zaman anlatsa bunu sanki başka birinin başından geçen bir olay gibi dinler, anlatılan şeyin belleğimde hiçbir yeri olmadığını görür ve buruk bir mutluluk duyardım: O anda bana bebeklik çağını hem yaşamış hem de yaşamamış olduğumu söyleseler yanlış olmazdı. Ta o zamandan fark ettim ki, insanın ilk yaşları sevinçli, coşkulu ve çağrışımlı bir uykuya benzer. Bebeklikle ilgili anımsanan şeyler kopuk kopuk anımsanan rüyalar gibidir. Bu nedenle gençlik yıllarımdan beri “yaşam bir rüya gibidir” diyen herkes gözüme yaşamın anlamını bulmuş bir filozof gibi görünür.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Zaman içinde baktım ki pek çok tanıdığım kişiyi unutuyorum, “Neydi onun adı?” diyerek düşünüyorum, üniversitedeki sınıf arkadaşlarımla karşılaşınca tanımıyorum, bazı insanlarla çok iyi dostluklar ettiğim halde onlar aklımdan çıkıyor: Bunun üzerine “İnsan geçmişini sürekli ölüyor” sözü çıktı geldi içime. Bunu bir romanımda, Kalenderiye’de, Venedikli tüccar Mazzone’ye söylettim. O gün bugündür geçmiş zamanı algılayışımızın, <i>unutkanlıkla birlikte algılamak</i> olduğu konusundaki görüşüm netleşti.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Bellek ve uyku birbirine zıttır; bellek silindikçe unutma ve uyku öne çıkar. George Orwell bu nedenle 1984’te, romanın baş kişisi Winston’a kayıp Londra’yı aratır, geçmiş sürekli olarak yok edilmekte, yaşam sürekli olarak başka katmanlar üzerinden akıp gitmektedir. Sokakların Ölümü’nü de benzer bir düşünceyle Kayseri’deki eski kültürün inşaat tanrısı tarafından ortadan kaldırılmasına ağıt olarak yazmıştım. Yalnız Kayseri değil, bütün şehirlerimiz son otuz kırk yılda inşaat ve yol fetişinin kurbanı oldu. Geçmiş dünyanın izleri silindi. Bu yeni kent anlayışına bakarak şu sonuca vardım: Şehirler de geçmişini unutur. Şüphesiz Roma ve Venedik bunu daha az unutmuştur; fakat kültürle ilişkisi basit bir hezeyandan ibaret olan her yer geçmişini tarihin karanlıklarına gömmüş görünmektedir. Bugünün İstanbul’u ile geçmişin İstanbul’u arasında uyku gerçeği ile gündüz rüyası kadar büyük bir fark vardır. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Şüphesiz zaman içinde şehirlerdeki değişim kaçınılmazdır. Hem yapıların dayanıklılık süresi, hem yangınlar ve hem de savaşlar kentlerin geçmişini siler. Fakat en azından kültür katmanları arasında bir ilişki bulunur ve günümüz insanının da yeni katmanları bu eski bağlara göre kurması gerekir; çağımızda geçmişe ve bugüne yabancılık çekmeden yaşamanın yolu budur. Oysa etrafımız elli yıl öncesine kadar kimsenin bilmediği yüksek apartmanlarla, çok sayıda araçla ve teknik yeniliklerle kuşatılmış haldedir ve biz henüz bu kadar çok uyarıcının neleri ortadan kaldırdığına ilişkin sonuçları anlamış değiliz. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Kültür katmanları arasında bir bağ olmalı, derken Troya’daki sekiz katmanı düşünelim. Bu katmanların birincisi ile ikincisi birbirine pek uzak olmayabilir ama sanırım altıncısı, yedincisi ve sekizincisi ilk katmana yabancıdır. Bu doğal bir ilerleyiş yoludur. Oysa günümüzde, değişim insanın gerçekle hayali birbirine karıştıracağı kadar hızlıdır ve geçmiş duygusunu yok etmektedir. Ben, geçmişi çok sevdiğimden değil, geçmişle bugün arasındaki değişim hızının sonuçlarının tehlikeli olabileceğinden korktuğum için böyle düşünüyorum. Muhafazakâr bir kişiliğim olmadığı halde bunlar için kaygılanmamın nedeni belki de bu ülkede gerçekten muhafazakâr denilen insanın olmayışıdır. Kendine muhafazakâr diyen kişilerin geçmişi yok etmedeki iştahı ve bütün insan, doğa, hayvan ve toplum odaklı düşüncelere karşı geliştirdiği taassubun korkutuculuğu bir başka hakikattir. <i>Bu ülkede muhafazakâr yoktur, mutaassıp vardır</i> sözünü yıllar önce söylediğimde tam da bunu kast etmiştim. Üstelik o gün bugündür düşünüyorum ve anlıyorum ki muhafazakâr denen kişilerin geçmişi unutmama ve koruma duygusunun yokluğu şaşkınlık bile uyandırmaz oldu. Şehirlerin ve dünyanın hızlı değişimi, muhafazakâr insanın ekonomik davranışını nesne fetişizmine kaydırdı, siyasal davranışı ise geçmiş için yaratılmış hayali bir söylemin inşası oldu. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Böylece muhafazakar olmayanların tüketim ekonomisini reddetmek ve geleceği doğa yararına inşa etmekten başka bir hayali kalmadı. Bunu eskiyi anlayarak yapmak zorunludur, çünkü eski insanların yaşam bilgisi bize gereklidir; onları yinelemeye kuşkusuz gerek yok, ama onlarla aramızdaki bağı unutturmayan bir yol bulmak zorundayız. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">“Hititlerin sokaklarında neler varmış” diyerek dolaştığım Kaniş şehrinde yahut neolitik çağ insanını düşlemek için gittiğim Çatalhöyük’te izleri duran yaşam kültürü günümüzden o kadar uzak ki, bunu korkutucu buluyorum. Oysa çocukluğumda gördüğüm düz damlı kerpiç evler ve kağnılar neolitik çağa da Hititlere de bir yerinden dokunuyor. Dünyanın kırk yılda yaşadığı dönüşüm, insanın, doğanın ve hayvanların, sermayenin hedeflerinden daha önemsiz hale geldiği acımasız bir ruh halini inşa etmiş görünmektedir. Postmodern çağ, geçmişten o kadar hızlı koptu ki, geçmişi akılla kavrıyoruz artık, duyularla değil. Bu yüzden aramızda ortaçağın barbarları dolaşıyor. Bu kişiler, uykularda bir beliren zebanilere benziyor. Bu çağa alışamamış, apartmanda yaşayan neanderthal insanları gibiler. Televizyon kumandası kullanan maymun ve bisiklete binen ayı ile insan arasındaki fark azalıyor. Ortaçağdaki akılla bu çağda dolaşanların sorunlara ve çözümlere bakış açıları dünyamız için bir karabasandan ibaret. Çağımız gerçeğe bir türlü uyanamamış çoğunluğun dünyamıza yaşattığı ağır bir kabus içindedir. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Çağımızda iyi ve kötü yetişmiş insanlar olarak bölündüğümüz, bunun toplumlar ölçeğinde de böyle olduğu akla getirilirse geleceğimizin çok parlak olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü bugünkü şehirlere ve yaşam biçimlerine baktığımızda geçmiş yüzyılların devamı olan bir ülkede olduğumuzu söyleyemeyiz. Bizden önce başka biçimde yaşanmış kültürlerin coğrafyası üzerinde durduğumuzu aklımız almaz. Dinozorlar çağı ve hatta bir zamanlar bütünüyle sularla kaplanmış olan dünyamız basit bir fantastik hikayenin konusunu akla getirir. Bu nedenle dağın başında deniz kabuğu görünce ürperirim. Çünkü bu şimdiki zamanın uykusunda beliren bir yanılsamaya benzer. Geçmiş zaman, uykuda geçen zamanlar gibidir. Ha milyon yıl önce ha dün fark etmez, geçmişin yakın olanıyla uzak olanı arasında niteliksel olarak bir fark yoktur.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Demek ki insan ve kültürler gibi, doğa da unutur. Bu noktada Spinoza’ya uyarak “tüm varlığın hem ruh ve hem madde olarak aynı şeyden yapılı olduğunu” öne sürersek, unutma ve anımsamanın aynı hamurdan yapıldığını söylememiz de kaçınılmaz olur. Bu durumda en azından unutkanlığımızın doğamızdan geldiği tartışılmaz hale gelir ve uyku dalıp dalıp geçmişi unutan ömrümüzle barışmayı seçeriz.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Rüya Körü’nde insanın doğasındaki unutkanlığı, doğanın unutkanlığına benzetmesem de oradaki bazı bölümleri bu niyetle okuyabileceğimizi görmüyor değilim:<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 12.6pt 0.0001pt 18pt; text-align: justify; text-indent: 27pt;"><i><span style="font-size: 11pt;">“İnsan daima unutur. Çünkü süreğen olarak geçmişte veya gelecekte duramaz. Yapabildiği tek Tanrısal eylem, hatırlamaktır.<o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 12.6pt 0.0001pt 18pt; text-align: justify; text-indent: 27pt;"><i><span style="font-size: 11pt;">Zamanın dayanılmaz ve üstün gücü, çığlıkları taşıyıp götürür uzaklara; doğmuş her şey karanlıklara dalar. Değerini ve gücünü kutsadığımız, kahraman saydığımız yahut saymadığımız ne varsa kaybolur. Yalnızca apaçık ortada olanlar görünmez ve gizlidir, hatırlayışın ışığına tutulana kadar.”<o:p></o:p></span></i></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Uyku ve rüya ile uğraşan her insan aslında bir şekilde unutma ve anımsama konusuna gelip takılacaktır. Roman yazarının dolaştığı en temel kıtalardan biri uyku ve rüya olduğuna göre buradan kaçış olamaz. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Unutkan Ayna’yı yazarken, doğamızdaki unutkanlığa itiraz etmek ve <i>akılda tutmanın </i>aklını çizmek için fotoğrafı bir bellek çengeli gibi kullandığım söylenebilir. Fakat bilindiği üzere, görüntüler çoğaldıkça onların da bellekte tutulamadığı, unutkanlığın yine öne çıktığı tartışmasızdır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Yazılı şeylerin ölüme meydan okuduğu doğrudur, sözlü kültür ölüp gitmemek için yazıya geçirildiği kadarıyla korunmuştur; fakat yazıları okuyan olmadığı sürece onları anımsayan da olmayacaktır. Aslında bilim, sanat, din ve felsefe, sürekli belirip yok olan rüyalar gibi bir görünüp bir yok olan hiçlik malzemeleridir. Sonuçta katı olan her şey buharlaşacak ve geriye uyku bile denemeyen bir boşluk kalacaktır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Doğmadan önce bilincimizin olmayışı nedeniyle, dünyaya uykudan uyanmış gibi geldiğimizi düşünmek bana hep çok dokunaklı gelmiştir. Doğumdan öncesinin hiçlik oluşu, ölümden sonrasını da hiçlik olarak yorumlamamızı koşullar. Fakat insan ölünce hiçliğe değil de uykuya gider gibi uğurlanır yine de. Uyuyan kişinin yanında konuşurcasına ölünün başında da konuşuruz, ölülerin arkasından, yaşadığı zamanlardaki halini anımsayarak sözler ederiz. Ölü, uykudaki insanla eş hizaya konulur. Onun doğumdan başlayarak ölüme kadar sayısız düş gördüğünü, bir yığın düşünce kurduğunu ve bir yığın yaratıcı fikri de yok ettiğini sezer ve o an yaşıyor olmamıza şaşarız. Ölünün yanındaki canlılığımız, kabus görenin başında bekleyen uykusuz kişinin erincini andırır. İnsan gözleri kapalı doğmuş ve en sonunda, gözleri kapalı gitmiştir. Rüyalarla geçen bir ömür rüya olmak üzeredir.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Belki de bu nedenle uyumak bizi korkutur: Çünkü bazı uykular ölüm provasına benzer.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">İnsanlar şu ya da bu yüzden uyumaktan endişe edebilir. Kötü rüyalar görenler, hep aynı rüyayı görenler, nöbet tutanlar, araba kullananlar ve donmak üzere olanlar henüz ölmedikleri halde uyudukları zaman olacakları bilseler de uykuya karşı koyamazlar.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Şüphesiz uyanmaktan kaygı duymak da mümkün: Eskiden “Su, su!” diye inleyerek narkozdan uyanılırdı, şimdilerde o kadar zor değilmiş, öyle diyorlar. Bir de öldüğü sanılıp mezara konmak var; böyle bir uyanma halini düşünüp de korkmamak mümkün mü? Beni bunları söylerken bile ateş basıyor. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">İnsanın uykuya dalıp uyanamayacağından korkması yeni bir korku olmasa gerek; belki de çok derin kökleri vardır. Fakat ölümden uyanmak korkusu daha sarsıcı bir şeydir. Çocukluğumda İsrafil’in düdüğünü çalınca insanların uyanacağını, herkesin önce cehennemde toplanacağını ve boynuzlarının çıkacağını anlatmışlardı. Boynuzları çıkanlar meğer cehennem kapısından geçemeyecekmiş, boynuzları çıkmayanlar ise geçip gideceklermiş cennete. Böyle bir uyanış herhalde çekilecek dert değil.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Uyku, insanın bilinçdışı derinliğine baktığı bir anımsama yoludur. İnsan uyurken dış dünyaya kapılarını kapatır ve iç dünyadakileri düşünmeye başlar. Ne var ki bu düşünme çağrışımsal, simgesel ve örtüktür. Bu nedenle rüyaların çoğu daha uyanır uyanmaz unutulur.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Rüyalarda kendimizi de görürüz. Rüyalardaki eylemlerimiz kendi hakkımızdaki düşüncemizdir ama bunu başkalarının gözündenmiş gibi yansıtırız.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Roman tam da budur işte. İnsanlık ve kendi hakkımızdaki düşüncelerimizi biz söylememişiz gibi söylemek. Yapmamışız gibi yapmak. Yapmışız gibi yapmamak.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">İnsanın somut mekanla ilişkisi, geçmişi olmayan bir ilişkidir. Geçmişi adeta bağıran Kapadokya’da dolaşırken bile insanların salt şimdiki zamanla sınırlı olduğunu şaşırarak fark ederim. Bazıları kayaçlardaki doğa tarihinden habersizdir, bazıları kiliselerdeki donmuş zamandan; bazıları yalnızca balonla Kapadokya arasında bir çağrışım ilişkisine sahiptir, bazıları ise inşaat ve turizm rantından başka bir şey görmez.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Oysa benim Kapadokya ile ilişkim taşların uykusunu inceleme ve sakladığı rüyayı arama çabasıyla başlamıştır. İlk çekicin indiği kaya ve oradan püsküren tozlar, benim belleğimde canlanıp başkalarına gider. Kilise ressamları, keşişler ve dervişler; Kapadokya’nın şimdi bilmediği o bambaşka metaforlarla dolu heterodoksa benim hayalimle birlikte genişler. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Bunları böbürlenerek değil, bir başka gerçeği işaret ederek yazıyorum: İnsanın doğası ne kadar unutkanlıkla içerili olsa da, sanatın doğası yeniden yaratmayla ve anımsamayla ilişkilidir. İnsan sanat yapıtında uykudan uyanır ama başka bir rüyayı kurar. Ben sanatı insanlığın rüyası olarak görürüm.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Oysa siyaset uykudan yanadır. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Sanatın rüyası anımsatıcı ve ayartıcıdır; oysa siyaset uyuyanları sever, yapısı gereği sürekli olarak bir şeylerin yok olmasından yanadır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Sanatsal eylem geçmişi, uykularımızı ve bilinçaltımızı bugüne serer. Bu nedenle ben geçmiş yüzyılları sevdiğim için değil, onların bugüne ve yarına düşen izini çok sevdiğim için tarihsel romanlar yazarım. Geçmiş olayların hangisinin iyi ya da kötü olduğunu belirlemek de bir sav ortaya koymak da romancının işi değildir. Romancı insan hakikatini tarihsel, güncel yahut fantastik bir atmosfer içinde arayan kişidir. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Yazdığım bütün tarihsel romanlarda insanın uykuyla ve rüyayla kurduğu ilişkiyi hem dönemin ruhuna uygun olarak ele aldım hem de yirminci yüzyılla birlikte başlamış olan bilimsel bakışı elden bırakmadım. Çünkü bir yazar geçmişi anlattığında tam olarak geçmişin içinde duramaz. Bana kalırsa durmamalıdır da. Yapılması gereken şey geçmişi bugünden anlamaktır. Roman bugünün sanatıdır ve dolayısıyla ekseninde geçmişten çok bugünü anlamak vardır.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">Günlük yaşamda uyuşuklar, çevikler, akıllılar, akılsızlar gibi bir de uykucularla uykusuzlar vardır. Uykucuları genelde tembellikle suçlarız ama hepimiz de uykuyu severiz. Uyuyanlardan uykusu azalan yaşlılar, kaygıyla uyananlar ve işi çok olanlar hoşlanmaz. Gereğinden fazla uyumak bir hastalıktan çok miskinliği, az uyumak ise sorunlu bir iç dünyayı işaret eder. Gene de hepimiz az uyuduğumuz ve çakı gibi sağlıklı olduğumuz bir yaşamımız olmasını dileriz. Çünkü çok işi olanlar, ders çalışanlar ve bir işi yetiştirmek zorunda kalanlar için uyku, boşa geçen bir zaman gibi görünür. Gençlik yıllarımda “keşke uyumasak da, ömrümüzü daha yoğun yaşamış olsak” dediğim aklıma geliyor. Oysa zaman geçtikçe uyku ile sanatsal yaratıcılık arasında derin bir bağ olduğunu anladım. Bu bağ, “uyku sevmekle” değil, “uykuyla”dır; çünkü uyku, insan düşüncesi için sorunların kavşağıdır. Oradan da bakarız hayata. Oradan da düşünürüz. Yataktan fırlayıp yazmak çok şaşırtıcı bir eylem değildir. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">İnsan uykuyla ilişkisini en çok rüyalar yüzünden sever; ulaşamadığı hayallere orada ulaşır, sevemediklerini orada sever ve bu yüzden öyle görünüyor ki, uykuda geçen zaman, yaşanmış ömre dahildir ve uyumakla yitirilip giden bir şey yoktur.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 9pt;">"Müstakil Eylem"<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 9pt;"><i>Uyku Üzerine 28 Kalem Darbesi </i>adlı kitapta yayımlanmıştır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 9pt;">Kara Karga Yayınları<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="font-family: cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial; font-size: 9pt;">Editör Tarhan Gürhan <o:p></o:p></span></p><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-3047810974277827732020-05-23T13:12:00.000+03:002020-05-23T17:14:48.843+03:00Yazarın Duyguları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-DfQ188n7WIo/Xsj2JMPjmlI/AAAAAAAAEYI/0DAAejPDZd41RNKz4zhNU1tAGDVekF8XwCLcBGAsYHQ/s1600/DSCN5249.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="640" src="https://1.bp.blogspot.com/-DfQ188n7WIo/Xsj2JMPjmlI/AAAAAAAAEYI/0DAAejPDZd41RNKz4zhNU1tAGDVekF8XwCLcBGAsYHQ/s640/DSCN5249.JPG" width="360" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">V. Hugo Anıtı, </span><span style="font-size: x-small;">Sorbonne Üniversite Avlusu Paris. G. Korat 2014</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Bir öyküde yazar konuyu anlatmaktan zevk duyduğu kadar acı da çekmelidir: Bu, güçlü bir yapıya işaret eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Diderot’nun aktörlük üzerindeki düşüncelerinin yazar için de geçerli olabileceğini hep düşünürüm: Diderot oyuncunun duygudan duyguya geçişinin akılla düzenlenmiş bir iş olduğunu öne sürer, gerçekten duygulananlar, kendilerinin üzerine çıkamayanlar sahnede başarısız olurlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">“Derler ki komedyenlerin hiçbir karakteri yoktur, çünkü her türlü karakteri oynaya oynaya, doğanın kendilerine verdiği karakteri kaybeder ve tıpkı hekimin, cerrahın ya da kasabın zamanla katı yürekli olmaları gibi sahteleşirler. Sanırım burada neden sonuç olarak alınmaktadır; bence asıl hiçbir karakterleri olmadığı için komedyenler bütün karakterleri oynayabilmektedir.” (Diderot: Aktörlük Üzerine s.51)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Diderot yazarları da farklı değerlendirmez. Onları her şeyi algıladıkları halde heyecana kapılmayan kişiler olarak betimler ve sanat yapıtının akılla inşa edildiğini önemle vurgular. Gerçi duyguları büyütmede oyuncuyu yazardan daha abartıcı bulduğu anlaşılıyor: Voltaire izlediği oyuncunun performansını öyle şaşırtıcı bulur ki “bunu ben mi yazdım” diye çığlık atar; Diderot bunu güzel bir belagatle anlatır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Diderot’ya bakarak rahatça şu çıkarımı yapabiliriz: Yazar, duyguları eylem sırasına göre soğukkanlılıkla sıralar ve onları etki hizasına yerleştirir. Aktör yazılmış sözü oynar ve geliştirir, oysa yazar yazılmamış sözü bulur, eylemini düşünür, onu oynar ve en doğrusunu araya araya oyuncunun oynayacağı sözü yazar. Yazar olmayandan var eder; oyuncu ise varolandan yeni bir şey var eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<i><span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Yazar acı çekmelidir</span></i><span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;"> demiştim. Fakat yazdıklarının etkisinde kalıp içini dökerek değil. Böyle bir şey, yani içini rahatlatmak için yazmak, tıpkı başarısız bir aktör gibi kendi kişiliğinin üstüne çıkamamak demektir. Bu, vasatlık getirir. Yazar kendi kişiliğini aşmak, kendinin dışında pek çok şey olmak ve bunun hesabını vermemek üzerine kurulu bir ahlaki düzlemde yer almak zorundadır. Yazar farkı kişileri anlatır, onların eylemlerini sezer, iç duygularını kurar ve bir mantık bütününe ulaşır. İşte bundan sonra eylemler gelir, sonra da bir duygu oluşmaya başlar. Yazar içini dökerek acı çekmez, tıpkı bir oyuncu gibi yarattığı etkinin acısını çeker.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Öykü, kişiler arası etkileşim hesaplanarak kurulur. Öykünün kuruluşunda baş karakter (protagonist) kötü kişi (antagonist) en iyi arkadaş, sevgi duyulan karakter, sırdaş, katalizör, akıl hocası ve nükteci gibi sinemada kalıplaşmış bazı kişilik unsurlarını hesaba katmak gerekir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: "Times New Roman"; line-height: 18.399999618530273px; margin: 0cm -7.05pt 0.0001pt 21.3pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "avenir medium"; font-size: 10pt; line-height: 15.333332061767578px;">Yazar karakterlerin amacını bilmelidir. O amaca ulaşmak için neler yapacağını da. Ayrıca karakterlerin geçmişini, alışkanlıklarını, yakın ve uzak durduğu şeyleri bilmenin önemi büyüktür. En azından belli başlı karakterler için (metinde yer almasa da) birer yaşam öyküsü tasarlanmalıdır. Böyle kurulan öykülerde metinde yer almasa da derinlik hissedilir ve öykünün insanları etkilemesi, onlar tarafından rahatça algılanması sözkonusu olur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-57403531256584248112020-01-28T20:18:00.003+03:002021-03-11T22:08:34.106+03:00Belleğin Yolculuğu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-2Vu1pqqRcYg/XjBqJ8OhnCI/AAAAAAAAEVQ/oaV_UZIAIKcl1knBZOYnWz7wFPtLe-sVgCLcBGAsYHQ/s1600/DSCN5929.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="480" src="https://1.bp.blogspot.com/-2Vu1pqqRcYg/XjBqJ8OhnCI/AAAAAAAAEVQ/oaV_UZIAIKcl1knBZOYnWz7wFPtLe-sVgCLcBGAsYHQ/s640/DSCN5929.JPG" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-size: x-small;"> Atina 2015</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">2004 Olimpiyatlarından önce bir yayın kuruluşu için Atina’daki
hazırlıkları yazmak üzere yola çıktım. Apar topar verilmiş bir karardı bu. Ne
akreditasyon yapmaya ne de konuyu derinlemesine çalışmaya zaman vardı. Daha
önceleri Atina’yı bir iki kez yazdığım için benim gitmem isteniyordu. Hiç de
ilgili olmadığım sporla ilgili bir şeyler yazmak bana pek sevimli gelmediği
için söylene söylene yola çıktım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Fakat yanıldığımı kısa sürede anlayacaktım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Syntagma’da bir otele yerleştim; bütün insanlığın
varlığını bilmekten ötürü mutluluk duyacağı o tepeye, Partenon’a bakan
balkonumda nerelere gideceğime dair planlamayı yaptım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">1896’daki ilk dünya olimpiyat karşılaşmalarının
yapıldığı Kallimarmaro’yu özel olarak çalışmak gerekiyordu, Pire’deki kapalı ve
açık stadyumlar, şehrin değişik noktalarına konumlandırılmış pek çok spor alanı
da görüntülenmeliydi. Çok büyük güvenlik önlemleri vardı, Yunan polisi
akreditasyon yapmamış gazetecilere karşı pek sıcak davranmıyordu. Buna Türk
üsulü çözümler buldum ama bana bu itiş kakış iyi gelmedi. Bir çıkış yolu
bulmalıydım, Atina olimpiyatlarını Atina’nın içinden anlatmak zor görünüyordu.
Olimpiyatları değil de şehri anlatacak olsam işim çok kolay olurdu. Çünkü burada
insanlığın mekana bıraktığı izlerin büyüklüğü karşısında en akılsız kafaların
bile dize geleceği bir yücelik vardır. Örneğin neredeyse hiç zarar görmemiş
olan Hephaistos Tapınağı olduğu gibi durur.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Upuzun koridorları ve sütunlarıyla insanı bambaşka bir dünyaya sokan
Attalos Stoası ve yanındaki tarihi yol, insanı hayrete düşürür. Hele Pavlos’un
Atinalılara söylev verdiği Aeropagos Tepesi öyle bir yerdir ki, insan buz üstünde
bile o kadar kaymaz. Binlerce yıldır bu tepeden geçen insanlar yüzünden kayalar
cilalanmış gibi kaygandır. Taşın yüzeyinde milyonlarca ayağın dokunuşundan
kalan bir şeyler durur. Fakat artık hiçbir ayak, belki de bu yüzden, taşın
üzerinde güvenli bir biçimde duramaz. Günümüzde o tepe artık iskelelerle gezilmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bunlarla şehri anlatmaya başlardım; evler, insanlar,
müzik ve tarih sıraya girmiş bir halde onları yazmamı bekler, ben de bu şehirde
tarihin eski kesişim noktalarından birine ulaştığımı bilmenin coşkusuyla
yazdıkça yazardım.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Fakat şimdi iş zordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-_AozRRLkBJE/XjBp4iDKXLI/AAAAAAAAEU4/gRZCX5uruKwZyN-mOXFEvWZ9f7RC0A1twCLcBGAsYHQ/s1600/DSCN4263.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="225" src="https://1.bp.blogspot.com/-_AozRRLkBJE/XjBp4iDKXLI/AAAAAAAAEU4/gRZCX5uruKwZyN-mOXFEvWZ9f7RC0A1twCLcBGAsYHQ/s400/DSCN4263.JPG" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Atina Areopağos'a doğru giderken, 2013</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Kendime bir günlük tatil verdim ve uzun zamandır
görmeyi çok istediğim Gennadios Kütüphanesi’ne gittim. Bir tarih dergisinden
öğrendiğim kadarıyla orada bir kitap vardı: Bu kitap bir kilise krononiğiydi ve
1570 yılında Yunan harfleriyle Türkçe yazılmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bu kitabı görmeliydim. Gennadios Kitaplığı Yunan
diline, Hıristiyanlığa ve Yunanistan’la ilgili yazılı belgelere yönelik özel
amaçlı bir kütüphane olduğundan, peşine düştüğüm kitap heyecan vericiydi: Bütün
Hıristiyan Roma imparatorlarının 1453’e kadar nerede kim tarafından doğurulup
nerede vaftiz edildiğine dair kilise kayıtlarından oluşuyordu. 820 sayfaydı ve
kocamandı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">O zamanlar dijital teknoloji çok yeniydi; benim elimde
ise slayt çekebildiğim bir makineden başkası yoktu ve flaş yasaktı. Kitabı
fotoğrafladım ama içime sinmedi, oturup bir bölümünü orada defterime geçirdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">O bölüm şöyle başlıyordu:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-left: 14.2pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Rumların Padişahlığı İçin<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-left: 14.2pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Istambol padişahları için. Kunstantinostan beri olan padişahlar. <o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-left: 14.2pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bütün Hıristiyan Roma İmparatorlarının soyağacını,
patriklerin kimler olduğunu kaç yıllık patriklik ettiklerini tek tek sıralayan
bu Yunan harfli belgenin Türkçe yazılmış olması karşısında duyduğum hayreti
nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. O anda düşündüğüm tek şey şuydu: İnsan
belleğinin mekanı binalardır; belleğin coğrafyası ise dilden anlaşılır.
İnsanların Yunan ve Türk, Müslüman ve Hıristiyan olarak birbirini boğazladığı
tarihlerde, hiçbir kavgaya aldırış bile etmeyen bu metnin büyüklüğü karşısında
gözlerim yaşardı. Daha sonraları, buradan edindiğim ilgiler nedeniyle elbette Yunan
harfleriyle yazılmış Türkçe İnciller, Türkçe ibadet kitapları da buldum ve
işler başka katmanlara ulaştı, şüphesiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl5nEcg4wBHQoCMGBB7HdGikSqnd9lSgFZKlQDBR7qlFdKfla5ho8Q2KQXShPvNy_OUFBD7Ies1JigcMwcQqXoCk1oPrQjmGpx0UdISxcMKzVqwhtnDUu_fblW96Dqct9f2LNTA72Hp43H/s1600/Pirea+2000.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1103" data-original-width="1600" height="220" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl5nEcg4wBHQoCMGBB7HdGikSqnd9lSgFZKlQDBR7qlFdKfla5ho8Q2KQXShPvNy_OUFBD7Ies1JigcMwcQqXoCk1oPrQjmGpx0UdISxcMKzVqwhtnDUu_fblW96Dqct9f2LNTA72Hp43H/s320/Pirea+2000.JPG" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Pirea, 2001 </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">O gün pek neşeli bir halde otele döndüm ve
olimpiyatların hazırlandığı şehri genel hatlarıyla yazacak olsam da olimpiyat
kavramının mekanlarına bir yolculuk yapmam gerektiğini fark ettim. Nasıl ki
Yunan harfleriyle Türkçe yazanları anlamanın en başlıca yolu Türkçe konuşulan
dünyaya gitmek olacaksa, olimpiyatları anlamanın yolu da maratonun ve
olimpiyatların temsil mekanlarına gitmekti. Bu nedenle kanımca iki önemli yeri
görmeden olimpiyatlarla ilgili yazının yazılamazdı: Bunlar Marathonas ve
Olympia şehirleriydi.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; text-indent: 35.45pt;">Önce maraton koşusuna adını veren Marathonas şehri’ne
gitmeye karar verdim:</span><span style="font-size: 11pt; text-indent: 35.45pt;"> </span><span style="font-size: 11pt; text-indent: 35.45pt;">Burada Perslerin
denizden geldiği alanı görecek ve Fidipides adlı bir askerin kırk iki kilometre
koştuktan sonra Perslerin yenildiği haberini Atina’ya ulaştırıp ölmesi hakkında
notlar alacaktım.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Marathonas’a giden bir otobüs buldum, kırk elli
dakikalık bir yolculuktan sonra hedefime ulaştım. Marathonas köyü, derli toplu küçük
bir yerleşim yeri değildi. Sahil boyunca uzayıp giden köylerden biriydi ve
tarihi imleyecek hiçbir şey apaçık görünmüyordu. Yol boyunca yürüdüm. Ağaçlarda
ağustosböceklerinin huzur verici se</span><span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;">sleri, havada güzel bir Ege kokusu vardı. Çam ağaçlarıyla
dolu yolda, önüme bir höyük çıktı. Burası savaştan sonra, bütün ölüleri gömüp
üstlerine toprak yığarak oluşturulan höyüklerdendi. Bu höyüğün üstünde kurbanlar
kesilip tanrılara sunulmuş ve Persler karşısındaki zafer kutsanmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;">Fakat buradaki mekan geçmiş duygusu içermiyordu. Fazlasıyla şimdiydi ve
ileriden denize giren insanların neşeli çığlıkları işitiliyor, yollardan
araçlar geçiyor, elektrik direkleri ve levhalar geçmiş hayalini kurmama izin
vermiyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; tab-stops: 432.35pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;">Çaresiz, yürüdüm. Perslerin denizden
gelip karaya çıktıkları yeri aramaya başladım. O sırada camları olmayan kapalı
bir minibüs gördüm; yavaş yavaş yaklaştı, el ettim. Sürücüsü ağzında sigara
olan, belden üstü çıplak Iotis adında bir bıçkındı, yanında biri daha vardı:
Nereyi aradığımı anlattım. Arabaya atlamamı söyledi. Minibüsün kapısı sürgülüydü,
açtım, tepeleme çiçek doluydu. Bir saksıyı ters çevirip oturdum, yola çıktık.
Yanındaki adamı bir yerde indirdi ve beni özel olarak aradığım yere götürdü.
Perslerin yenildiği alan, hiçbir tarihi iz barındırmayan bir deniz kenarıydı. Sakin
ağaçların, duru bir denizin mutluluk yaydığı Panaiya Mesosporitissa denilen bu
yerde, bir zamanlar nelerin olduğunu hayal bile edemedim. Savaşın kazanıldığı
bataklık şimdi havaalanı olarak düzenlenmişti. Orada bugünü görmekten başka
yaptığım bir şey yoktu. Fakat mihmandarım tanrıyla arası hiç de hoş olmayan ve
Zeus dinine inandığını söyleyen Egeli tatlı kaçıklardan biriydi. Bana olimpiyatları
sona erdiren Hıristiyanlığın suçlarını anlatıp duruyor ve Irak’ta savaş varken
olimpiyatların saçmalık olduğunu söylüyordu. “Savaşı bitirip Olimpos Tanrıları
için ateş yakar ve hiç söndürmezsek bunun bir anlamı olur” diyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;">O gün Atina’ya dönüş yolunda gözümü pencereden hiç ayırmadan o zamanki
engebeli arazide durmadan koşan Fidipides’i düşündüm: Marathonas, Atina gibi
bir mekansal belleğe sahip değildi. Bu nedenle<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>bazı mekanların belleği olduğu halde bazılarının da belleği saklamadığını
söylemek yanlış olmayacaktı. Buna karşılık sükse olsun diye Zeus dinine inandığını
söyleyen bizim bıçkından </span><span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">olimpiyat ateşlerini hiç söndürmeyen bütün kurumlara
varıncaya kadar, tüm insanlığın olmasa da, birilerinin dramatik mekanların
anısını yaşattığını hissederek sarsıldım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Gennadios’ta yazılı olarak saklanan Türkçe belleği
düşündüm sonra. Anadolu’da yok edilmiş kiliseleri, Selanik’te yok edilmiş
camileri düşündüm. Bütün bunların, yani geçmişi korumak denen şeyin salt
muhafazakarlıkla yapılan bir iş olmadığını ilk kez orada şaşırarak hissettim:
Geçmiş, yani insanlığın belleği, hepimizin geçtiği yolu gösteren bir duraktı ve
aslında geçmişi koruduğumuz yerlerden ötürü biz kendimize, bugüne bakmayı
başarabiliyorduk.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-lYqfvt_5fYo/XjBhnFS3cgI/AAAAAAAAEUU/4AYSA93rdk4tkmRfZU2uhHIUBoulyBN4QCK4BGAYYCw/s1600/dia0021%2Bkopyas%25C4%25B1.bmp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="403" src="https://2.bp.blogspot.com/-lYqfvt_5fYo/XjBhnFS3cgI/AAAAAAAAEUU/4AYSA93rdk4tkmRfZU2uhHIUBoulyBN4QCK4BGAYYCw/s640/dia0021%2Bkopyas%25C4%25B1.bmp" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small; text-align: start;">Olympia'daki stadyum; mermer izleyici katmanları yok, Mora Yarımadası, 2004</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bunu bir kenara not ettim ve ikinci hedefim olan
Olympia şehrine doğru yola çıktım. Mora Yarımadası’nın ortalarında, Atina’ya
beş saat uzaklıkta, antik Isparta’ya yakın olan bu şehirde bütün olimpiyat
oyunları malzemesi bir araya toplanmış ve burası bir müze şehir haline
getirilmişti. Olympia gerçek anlamda bir mücevherdi; insan burada tarihin o
kadar eski bir zamanına dokunuyordu ki hayret etmemek olanaksızdı. Örneğin antik
stadyum basamaklı değil de, dört yana eğimli olarak yükselen bir çayırlıktı.
Yani henüz taş mimarinin olmadığı kadar eski bir zamanın belleğini temsil
ediyordu bu yer!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bir ara oturduğum taşın üzerinde fosilleşmiş deniz
kabukları gördüm: İçinde dolaştığım evrenin geçmişi aklımı başımdan aldı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">O gün doğum günümdü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Şöyle düşündüm: <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tarihin
belleği ancak çılgın gibi korunmuş alanlarda insanı etkisi altına alır. Atina’da
kendimden geçmemin, geçmişe ve şimdiye sıkı sıkıya ayağımı basmamın nedeni budur.</i>
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Benzer bir etki İtalya’da da yaşanır: Bu ülkenin
şehirlerinde insan geçmiş zamana gösterilen hürmet karşısında aptallaşır ve
kendi ülkesinde talana gösterilen hürmeti anımsayıp nereye basacağını
şaşırabilir. Bundan tarihsel geçmişi korumanın iki önemli gerekçesi olduğu
sonucuna varmak gerekir: Geçmişi korumanın birincisi haklı gerekçesi, kişisel
benliklerin güvenlik içinde kendi habitatında yaşadığını düşünmesini sağlamasıdır.
Vatandır bu. İkincisi gerekçe ise, geçmişi korumanın tüm insanlığa karşı bir
sorumluluk olmasıdır. Ödevdir bu. Nedeni açık: Gennadios’ta korunan Türkçe
kilise kroniğiyle Ayasofya’da korunan Yunanca yazılı mozayiğin önem farkı
yoktur. Biri dil üzerinden coğrafyayı özetler, öbürü mimari üzerinden yaşamı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Olimpiyatları yazmak için yaptığım bu yolculuk, hiç de
ummadığım halde yazarlık yaşamımın yönünü değiştirecek güçte bir macera oldu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; text-justify: inter-ideograph;">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Ben İthaka’dan çıkıp yurduma böyle döndüm.<o:p></o:p></span></div>
<!--EndFragment--><br />
<br />
<style>
<!--
/* Font Definitions */
@font-face
{font-family:"MS 明朝";
mso-font-charset:78;
mso-generic-font-family:auto;
mso-font-pitch:variable;
mso-font-signature:1 134676480 16 0 131072 0;}
@font-face
{font-family:"MS 明朝";
mso-font-charset:78;
mso-generic-font-family:auto;
mso-font-pitch:variable;
mso-font-signature:1 134676480 16 0 131072 0;}
@font-face
{font-family:Cambria;
panose-1:2 4 5 3 5 4 6 3 2 4;
mso-font-charset:0;
mso-generic-font-family:auto;
mso-font-pitch:variable;
mso-font-signature:-536870145 1073743103 0 0 415 0;}
/* Style Definitions */
p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal
{mso-style-unhide:no;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
margin:0cm;
margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:Cambria;
mso-ascii-font-family:Cambria;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"MS 明朝";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Cambria;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;}
.MsoChpDefault
{mso-style-type:export-only;
mso-default-props:yes;
font-family:Cambria;
mso-ascii-font-family:Cambria;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"MS 明朝";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Cambria;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;}
@page WordSection1
{size:595.0pt 842.0pt;
margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt;
mso-header-margin:35.4pt;
mso-footer-margin:35.4pt;
mso-paper-source:0;}
div.WordSection1
{page:WordSection1;}
</style>
--><div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-27553393913052213322019-08-27T12:43:00.000+03:002019-08-27T12:43:43.702+03:00Şimdi, Uzaklarda<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-qbOAZEHJQIg/XWT6cY7BxII/AAAAAAAAEPM/-0jRlZ30XKMP6IisUWhjaqaIWd38n8V2QCK4BGAYYCw/s1600/U%25CC%2588rgu%25CC%2588p%2BTatili%2B%2B19-26%2BHaziran%2B06%2B%252878%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://1.bp.blogspot.com/-qbOAZEHJQIg/XWT6cY7BxII/AAAAAAAAEPM/-0jRlZ30XKMP6IisUWhjaqaIWd38n8V2QCK4BGAYYCw/s400/U%25CC%2588rgu%25CC%2588p%2BTatili%2B%2B19-26%2BHaziran%2B06%2B%252878%2529.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Talas 2006</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Ömrümün ilk yirmi yılını Kayseri’de geçirdim: Bu, bir şehrin çocuğu olmak için yeterince uzun bir süre sayılır. Üstelik çocukluktan çıktığım bir yaştan sonra oraya hiç dönmediğim için, ben o şehrin “daimi çocuğu” olarak kaldım. Hiç yetişkini olmadım oranın; yetişkin gözüyle uzaktan baktığım bu şehri hep çocuk coşkusuyla sevdim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Çocuk, durduğu yerden dünyayı izleyen bir ruh gibidir; olaylar hakkında hiçbir kalıcı fikri yoktur, varoluşu mutlak olarak algılar, değişme ve yok oluş onu şaşırtır. Ben Kayseri’nin her değişimini bu yüzden çok ağır travmalar halinde yaşadım. Nasıl yaşamayayım, içinde doğup büyüdüğüm şehrin hiçbir mahallesi olduğu gibi kalmadı, hiçbir şey çocukluğumdaki gibi değil artık. Bu nedenle bugün benden yaşça küçük hiç kimsenin bilmediği eski mahalleleri zihin haritamda canlandırır, oralarda gezmeye çıkarım. Bahçebaşı’ndan geçer, Tavukçu Mahallesi’ne giderim, oradan Kartal’a uzanır, Hasinli Mahallesi’ne dönerim, Kiçikapı’dan Lise’nin arka tarafına doğru ilerler, amele pazarının oralardaki meydan çeşmesinin önünden Hacılar yoluna çıkarım. Sonra da Çifteönü’nden Garipler Mezarlığı’na kadar yürürüm. Daha birçok mahalle vardır ya onu da başka zaman gezerim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Bu anlattıklarımı kimse göremiyor artık. Bilenler ise benim gibi içinde gezdiriyor. “Aman ne önemi var, giden gitmiş” diyebiliriz. Ne yapalım, giden gitmiştir de, gideni özleme hakkı bitmemiştir. Herkes bilir: dünyayı ilk tanıdığımız yer, ölünceye kadar aklımızdan çıkmaz; ışığını görünce, toprağını avuçlayınca, ağacına dokununca, bütün izlenimlerimiz sıraya girer. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Orası ana kucağıdır, ilk diyardır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<b><i>Gürsel Korat<span style="text-indent: 1cm;"> </span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<o:p><span style="font-size: x-small;">(Erciyes'in Rüyası Kayseri. Editör Filiz Özdem YKY 2013'ten)</span></o:p></div>
<div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-33076052910819990762019-07-20T17:04:00.000+03:002019-07-20T17:12:12.533+03:00KAPADOKYA TURİZMİ YENİ BİR DÜZEN İSTİYOR<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnbKsIaHW1ElByYTBvcGXlU_9DLcV0mpPWibK4up0MqYl5vTBjL7Yj4_x5py7neCiESYrNqaxtJQdYPZDJ3uIT_Vi3zwRVlaqDbk-XoCDDBFnN_zMfAhTBFGPyvEtKiZWNTkVW3UEz9wW2/s1600/IMG_9379.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnbKsIaHW1ElByYTBvcGXlU_9DLcV0mpPWibK4up0MqYl5vTBjL7Yj4_x5py7neCiESYrNqaxtJQdYPZDJ3uIT_Vi3zwRVlaqDbk-XoCDDBFnN_zMfAhTBFGPyvEtKiZWNTkVW3UEz9wW2/s640/IMG_9379.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<span style="font-size: x-small;"> Ürgüp, Dere Mahallesi Haziran 2019</span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Tayland Hükümeti Leonardo Di Caprio’nun bir filminde oynadığı Phi Phi Leh Adası’ndaki Maya Körfezi’ni, turist kalabalıkları yüzünden yabanıl yaşamın zarar gördüğü gerekçesiyle kapattı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Büyük turist kalabalıklarıyla para kazanan bir hükümetin neden böyle davrandığını, neden parayı elinin tersiyle iterek doğayı koruduğunu dünyanın her tarafında anlayacak kimseler bulunur; fakat korkarım bizim ülkemizde bu sağduyu yoktur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Son yolculuklarımda gördüğüm kadarıyla Kapadokya’da, Tayland’dakine benzer bir turist yığılması vardır. Bu yığılma özellikle bir sel halinde girilip çıkılan Göreme Açık Hava Müzesi alanlarında büyük bir sorundur. Kalabalıkların yarattığı gürültü ve çevre kirliliği bir yana, hiçbir kilisede üç dakikadan fazla durulamamakta, konuşulamamakta ve neyin ne olduğu görülememektedir. Tek deyimle Kapadokya’da bir “görme” turizmi vardır, fakat “anlama”, “bilme” “duygularına nüfuz etme” gibi basamaklar dışarıda kalmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Doğrusu Göreme Açık Hava Müzesi gibi olağanüstü bir yapı bileşkesine yapılan bu zulüm akıl alacak gibi değildir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Kanımca özellikle büyük turist akınlarının olduğu bölgelere olan bu kitlesel saldırıyı durdurmak gerekir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Bunu akıl eden bazı ülkelerde turist akınını disipline etmek için önlemler alındığı, belli başlı yerlere ziyaretin o kadar kolay olmadığı görülmektedir. Pek çok müzede belli bir sayıdan fazla ziyaretçi almamak yaygın bir uygulamadır. Bunun en belirgin örneği, Sistina Şapeli’dir. Buraya girebilmek için çok önceden rezervasyon yaptırmak gereklidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Tarihsel yapılarda, özellikle resimle bezenmiş olanlarda, insan nefesinden yükselen kimyasallar yüzünden resimleri kaybetme riski bulunmaktadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Böyle bir sıkışıklık içinde gezilen Kapadokya kiliselerinin yakın bir gelecekte çekiciliğini yitirmesi tehlikesi ise ayrı bir konudur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Bölgenin sıkı bir şekilde korunması yerine olaya ticari açıdan bakmanın sonuçları ağır biçimde yaşanıyor: Turistik eşya tezgahlarının “millet bundan ekmek yiyor” gerekçesiyle açık tutulması, tahribatı ve sıradanlaşmayı artırdı. Devlet eliyle işportacılık yapılan bir tarihi alan yağmacılığı giderek yasal hale gelmeye başladı. Paşabağ, Göreme ve Kızılçukur gibi yerlerde, SİT alanının göbeğinde devlet eliyle oluşturulmuş satış mağazalarının olması gerektiğine kim karar verdi bilinmez ama bu karar yüzünden yakın gelecekte Kapadokya büyük bir çöplüğe dönüşeceğe benziyor. Bu mağaza mantığı 1980’lerde Özal zamanında Göreme Açık Hava Müzesi’nde başladı. Şu anda bu çarpık kafa manastır kompleksi içindeki bir bölümü kahveci yapmaya kadar varmış. Üstte Çarıklı Kilise altta “geleneksel kahvemiz” konsepti akıl alacak gibi değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Tarihi alanlar insanlar oraya işyeri açıp para kazansın diye değil, insanlığın ona ulaşıp yararlanması içindir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Bu nedenle bölgede hiçbir tezgah, hiçbir satış mağazası olmamalıdır. Tam tersine yerleşim merkezleri güçlendirilmeli, bütün mağazalar oraya gitmeli, yani satış turistin ayağına getirilmemelidir. Çığırtkan pazarcılık mantığından hızla ayrılmak gerekir. Çünkü çok yakında bölge ekonomisini bu kişilerin belirleyeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Kapadokya Açık Hava Müzeleri’ne randevu sistemiyle giriş yapma çağı gelmiştir artık. Açık hava müzelerindeki turist kalabalığına son verilmeli, bütün tezgahlar yıkılıp kasabalara yönlendirilmeli, köylerin ve kasabaların ekonomisine darbe indiren bu fırsatçı, kapkaççı zihniyete son verilmelidir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: justify; text-indent: 1cm;">
Dünyanın hiçbir saygın ülkesinde bu vasatlık, satıcı zorbalığı kültürün önüne geçip rol çalamaz, fakat bizim ülkemizde ne yapabildiği ortadadır.<o:p></o:p></div>
<div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-22087279252539446332019-05-26T22:38:00.001+03:002019-05-26T22:38:10.519+03:00Rant Hüsranı<div class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt 36pt; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-AQkA6mLXwEc/XOrpwyG_ehI/AAAAAAAAEM8/orz-lGxOC_M2l4OzGz8TuShKAGhq0ETgQCLcBGAs/s1600/Aksaray.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="723" data-original-width="1200" height="384" src="https://1.bp.blogspot.com/-AQkA6mLXwEc/XOrpwyG_ehI/AAAAAAAAEM8/orz-lGxOC_M2l4OzGz8TuShKAGhq0ETgQCLcBGAs/s640/Aksaray.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Aksaray'da Vatan ve Millet caddeleri henüz açılmış, 1950 sonları.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Daha kentlerle ilgili duyarlıkların başlamadığı bir dönemde, 1997 yılında “Kayseri’de ve Şehirlerimizde Sokakların Ölümü” adlı kitabı yayımlamış ve o dönemde kentlerden sokakların silindiğini, bulvarlar ve caddelerden oluşan kentlerimizin yaşanmaz hale geldiğini söylemiştim. “Bir ülkenin sokakları yoksa orada özgürlüklerden söz edilemez, çünkü bütün özgür ülkelerde sokaklar korunmuştur; hızla yüksek binalarla dolan ve artık bundan ibaret kalan şehirler özgürlük vaat etmez” demiştim. Bu kehaneti yazalı yirmi iki yıl oldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Sokakların yok edilişi niçin özgürlük vaat etmez, çünkü orada geçmişin izlerini silmek için bir yarış vardır ve maalesef bu yarışta sokak sakinlerinin rızası alınmaz. Kimseyi dinlemeyen bu inşaat diktatörlüğü maalesef rantın ve ekonomik çıkarın yüksek kulelerinden aşağı bakar ve orada sözü dinlenmeye değmez bir kuru kalabalık görür.</span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Bu ülkede korumacılığın ne yazık ki muhafazakarlıkla bir ilgisi yoktur. Kent ve çevre korumacılığı konusundaki vahim hatalar muhafazakarlar tarafından yapılmış, çılgınlık boyutuna ise Menderes döneminde ulaşmıştır. 1950’lerde İstanbul belediyesi ve bütün taşra belediyeleri büyük bir eski zaman tasfiyesi yapmakla meşguldü. Bu tasfiye İstanbul suriçinde bile ranta kapı araladı, Türkiye mimari eksenini yitirdi. Bugün hiçbir şehrimizin özgün ve ayırıcı mimarisi yok, bunun sorumlusu da ülkenin son yetmiş yıldaki yöneticileridir, başkası değil.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Dolayısıyla Türkiye’de şehir, mimari özgünlüğü kalmamış bir ekonomik birimdir benim için. Mahalleler artık sitelere dönüşmüştür. Sokaklar ölmüş, evler ise TOKİ standardlarında birer çekirdek aile birimi haline gelmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-OK2eCizBAtc/XOrp1ZRzHCI/AAAAAAAAENE/uClrlJWYcQk_-Y_fg8bC9Hz5M5hl5w9vwCLcBGAs/s1600/17.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="367" data-original-width="630" height="371" src="https://1.bp.blogspot.com/-OK2eCizBAtc/XOrp1ZRzHCI/AAAAAAAAENE/uClrlJWYcQk_-Y_fg8bC9Hz5M5hl5w9vwCLcBGAs/s640/17.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Aksaray yıkılmadan önce. 1956 Fotoğraf: Ara Güler</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Bu nedenle “şehir” denince romantik sözler etmeye çalışan sağcı entelektüellerin bir yıkım ve yağma olmamış gibi geçmişi özlemesini şaşkınlıkla karşılıyorum. Ya olayın farkında değiller ya da sorumluluk paylarının. Çünkü şehirler talan edilirken söylenmiş hiçbir sözü olmayanların, sonradan konuşması hiçbir içtenlik ve sahicilik içermez. Bu şehirler dozerlerle talan edilirken onları durdurmaya çalışanlara kulak tıkayanların hangi hakla şehirler hakkında konuştuğu doğrusu merak konusudur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Açıkça ve kırıcı olacak bir biçimde söylemeliyim ki, kendimi içinde doğup büyüdüğüm ve yıkılmaması için canımı dişime takarak savaştığım Kayseri’ye ait hissetmiyorum. Çünkü o şehir ben daha kırk yaşıma gelmeden bütün eski mekanlarını yitirmişti. Kayseri’ye “güzel şehir” diyenlere öyle kızıyorum ki, anlatamam. Çünkü ben o şehirde dağlar ve birkaç eski tarihi yapı olmasa, doğru yerde olduğumdan asla emin değilimdir. Bir insan daha yaşarken doğduğu şehrin hiçbir sokağı, caddesi mahallesi kalmamışsa neyle avunabilir? O güzelim tarihi evleri bir gecede dozerle devirenlerin insafı ve vicdanı yitirdiklerini çoktandır düşünüyorum; dolayısıyla bende muhafazakar sözcüğü anlam kaymasına uğramıştır: Onlar bana yağmaya ve yıkıma alışmış hayaletler olarak gece oldu mu hep şehirlerimizin üstünde geziniyorlarmış gibi gelir. </span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="font-family: Calibri; font-size: 11pt; line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 20.7pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Avenir Medium";">Gündüzleri aradığımız bir yeri bulamıyorsak, nedeni budur. </span></div>
<div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6826770751153392612.post-6645989665409026412019-04-10T22:06:00.000+03:002019-04-10T22:30:04.442+03:00Felsefe ve Edebiyat<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipKk9jK_udW-Jzt9MhMKVFvX53F0-49pc_zbWHbtn6p0O_tMSuqf2J_2ILSAieYmpP5ZmcY3hOVhjd7vN_v4iAmL6RiXkzWiLWRYeRDV94yPM9nAWI7p7pR8PUBU4ho7zygc3SlfPdchG0/s1600/IMG_2977.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipKk9jK_udW-Jzt9MhMKVFvX53F0-49pc_zbWHbtn6p0O_tMSuqf2J_2ILSAieYmpP5ZmcY3hOVhjd7vN_v4iAmL6RiXkzWiLWRYeRDV94yPM9nAWI7p7pR8PUBU4ho7zygc3SlfPdchG0/s400/IMG_2977.JPG" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Atina</span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 36pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-align: justify; text-indent: 35.45pt;">
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Felsefi heyecan mantıksal düşünceden çıkar. </span><span style="font-family: "arial";"></span><span style="font-family: "arial";">Oysa edebi heyecan imge ve duygudan gelir. Edebiyatta, akıl ve mantıkla bilmeyişimizin heyecanı vardır.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Edebiyat, özgül bir alandır; felsefe, bilim ve din gibi. Peki bu alanların edebiyata hiç etkisi yok mudur? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Vardır. O yüzden edebiyatçı gibi okunan filozoflar biliriz: Platon, Nietzsche, Schopenhauer...</span><span style="font-family: "arial";"><span lang="TR">Elbette bu durum, f</span></span><span style="font-family: "arial";">ilozof gibi okunan edebiyatçıları da akla getirir: Herman Broch, James Joyce, </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";">Marguerite Yourcenar, Musil...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Filozoflar edebiyata ilham vermiştir şüphesiz; İbn-i Sina, Salaman ve Absal’ı yazarak Robinson Crusoe’nun yolunu açmış, Platon bütün ütopyaların ve hatta distopyaların esinleyicisi olmuştur. Edebiyat da felsefeye “Babalar ve Oğullar” üzerinden nihilizmi, distopyalar üzerinden toplum felsefesinin pek çok sorununu taşımıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Fakat, </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";">y</span><span style="font-family: "arial";">ine de sanatın kendi başına bir amaç taşıdığını söyleyen ilk kişi bir edebiyatçı değil de bir filozoftu: Kant böyle söylese de, </span><span style="font-family: "arial";">din bunu asla kabul etmedi, sanatı kendi amaçları için kullanmayı seçti. Siyaset de öyle. Bilim ve felsefe ise sanatla yollarını ayırdı.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Bütün bunlardan geriye sanatın özerk bir alan olduğu hakikati kaldı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Felsefe gibi. Çünkü felsefe yapmak için başka hiçbir alanın yardımını almaya gerek yoktur. Sanatçılar felsefenin bu özgürlüğüne imrenir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Ömrü boyunca bir kez “Yaşamak nedir” “Nasıl biliyoruz?” ya da “Hiçlik ne?” diyen kişi en azından bir kez felsefe yapmıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Fakat edebiyat yapmak böyle dolaysız sorularla mümkün değildir; </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";">yine de bu, </span><span style="font-family: "arial";">edebiyatın, varlık hakkında düşünmeyi de felsefeden öğrendiği gerçeğini değiştirmez. </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Edebiyat anlatıcılığı dinden öğrenmiş ve onunla yollarını ayırmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Felsefe ise, Hümanizma’yla birlikte dinden öğrendiği tanrı odaklı söyleyişi, insan odağına indirgemiştir. Bu nedenle “Ben” kipiyle anlatmanın atası felsefedir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">“Göre”li anlatımın atası ise hem felsefedir, hem de bilimdir. Sofistlerden Einstein’e kadar pek çok bilgin ve filozof göreceliliği vurgulamıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Nesnel anlatıma gelince; bunun büyük atası duygulardan uzak tutumuyla felsefe, olanı olduğu gibi görmek tutumuyla da bilimdir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Edebiyat, varlıkla ve varoluşla ilgili temel soruları felsefeden öğrenmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Bir edebi yapıt tüm insanlığın malıdır. Yazar tıpkı bilginler ve filozoflar gibi tüm insanlık adına konuşur. Bunu bütün evrensel bilgi biçimlerine (etik, estetik ve bilime) öğreten felsefedir. Dinde evrensellik iddiası vardır yalnızca.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Ütopyalar felsefeden edebiyata girmiştir. Fakat bunlar edebiyatın değil, ütopyaların yararınadır; çünkü düşünür ütopyayı kurarken edebiyatı araç olarak kullanmıştır.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Thomas Morus, Campanella veya Platon edebi dilden yararlanarak bir ideal toplum düşü kurmuşlardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Fakat sanatçılar filozofların bu iyimserliğinden korkarak distopyaları yazdılar: Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı, Orwell’ın 1984’ü, Zamyatin’in Biz’i gibi. Fakat filozof da sanatçıya keskin bir dille konuşmayı öğretti: Seneca, Diderot, Nietzsche yahut Platon’un aforizmaları bunun kanıtıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Zaman kavramı, felsefeden edebiyata düşmüş bir göktaşına benzer. </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Unutmayalım ki, edebiyat felsefi önermeyi yinelemez; sanatçı, felsefi dili edebi dile “çeviren” kişidir. Bunu felsefeyi doğrulamak veya yanlışlamak için değil, karakterlerine zemin sağlamak yahut romanına örtük bir felsefi kıvam vermek için yapar.</span><span style="font-family: "arial";"></span><span style="font-family: "arial";">Böyle bir çaba felsefenin kendisi olmaz, “edebiyattaki felsefe” ile, edebiyatın felsefenin yerini alması aynı şeyler değildir. Birincisi özgünlük ikincisi güdümlülüktür. </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Edebiyat yaşamda olan her şeyi konu alır: Din, Bilim, Siyaset, Felsefe, Ahlâk ve hatta sanat. Edebiyatın felsefeyle ortak yanı budur.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Fakat edebiyat bu alanları insan eylemleri içinde korkusuzca didikler; onları konu alır ama onlar için bir şey yapmak amacında değildir. Sanatın amacı kendisidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Sanat hiçbir ideolojiyi, dini, felsefi görüşü veya bilimsel savı amaç edinmez. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Kesin bilgiye dayanmamak, felsefe ve edebiyatın ortak özelliğidir. </span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Cambria; margin: 0cm 0cm 0.0001pt 7.1pt; text-indent: 35.45pt;">
<span style="font-family: "arial";">Yaşamı aklımızla kurcalarken işimiz felsefedir. Orada sanat yoktur. Fakat yaşamı duygularımızla kararken işimiz sanattır, orada felsefe bulunmaz.</span><span lang="TR" style="font-family: "arial";"><o:p></o:p></span></div>
</div>
</div>
<div class="blogger-post-footer">http://gurselkorat@blogspot.com</div>Gürsel Korathttp://www.blogger.com/profile/13277394999991240061noreply@blogger.com0